Daral geldi, yetti artık

Ülkemin, yarısından fazla kesiminin içinde bulunduğu ekonomik güçlüklerle nasıl daraldığı ortada. Acı olan da halkın, yaşanan bu darlığın kısa bir sürede ortadan kalkabileceği ümidini yitirmesi.

Sözü uzatmadan, ülkem insanının çektiği darlığı,büyük usta NAZIM'ın bizzat yaşadığı bir öyküyle nasıl örtüştüğünü sizlerle paylaşmak istedim.

NAZIM HİKMET'e bayram için bir ayakkabı almaya karar verirler.

O zamanlarda şimdiki gibi hazır ayakkabı satan bir mağaza yoktur.

Sadece ayakkabı yapan bir dükkan vardır. Oraya giderler. Ayakkabıcı Nazım'ın ayağını bir kartonun üzerine koyar ve iyice basmasını söyler.

Daha sonra kurşun bir kalemle ayağının etrafını çizer. Bu karton onun ayakkabı numarasıdır.

Günlerce bu ayakkabının hayalini kurar. Babası ona ayakkabılarının siyah ve bağcıklı olacağını söyler.

Nazım'ın ayakkabıları bayramdan bir gün önce gelir. Ayakkabılar babasının dediği gibi siyah ve bağcıklıdır. O gün onları giymez.

Ayakkabılarını yatağının altına koyar ve arada çıkartıp onu inceler. O gece onu uyku tutmaz. Sabah evdekiler uyandığında Nazım'ı ayakkabı kutusu kucağında sandalyede otururken bulurlar.

Buradan sonrasını Nazım Hikmet'in ağzından dinlemek sizi daha çok etkileyecektir.

O halde Nazım nasıl anlatıyor ona bir bakalım.

"Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım. Dardı ve canımı yakmıştı; ama bunu babama söylemedim.

O 'Sıkıyor mu' diye sordukça 'Hayır' yanıtını veriyordum.

"Dar, ayağımı acıtıyor" desem geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı.

O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu. Dişimi sıktım. Yürürken artık topallıyordum.

Soranlara "Dizimi vurdum" dedim ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim.