Milletin, anayasal düzeni yok olmaktan kurtardığı "direniş gecesinin" üzerinden dokuz yıl geçti. Soruşturmalar, dava süreçleri ve siyasi tartışmalar derken hem darbenin arkasındaki örgütsel yapı hem de gerçekleşen suçlar hakkında çok şey konuşuldu ve yazıldı. Darbe girişimi hakkındaki yargılamalar, hükümlerin kesinleşmesiyle büyük oranda neticelendi.
Aynı konuları yeniden ele almak yerine Türkiye'nin benzer hadiseleri tecrübe etmemesi ve FETÖ gibi illegal yapıların kök salmasını engellemek için ne yapılması gerektiği sorusu üzerine kafa yormak çok daha faydalı olacaktır. Yakın tarihin acı hatıraları, bu soruya yanıt bulmanın Türkiye için bir milli güvenlik meselesi olduğunu bariz şekilde gösterir.
Güvenlik deyince akla ilk olarak güvenlikçi/polisiye çözümler gelmesi doğaldır. Şüphesiz adli tedbirler, kamu güvenliğini korumak için emsalsiz araçlardır. Ancak kök sorunlara odaklanan yapısal çözümlere eğilmek asıl yoğunlaşılması gereken alanı oluşturuyor.
Hukuk düzenini korumak
Hukuk düzenine meydan okuyan illegal örgütlenmeler farklı motivasyonlara sahip olsalar da birinci amaçları karşı çıktıkları düzeni ortadan kaldırmak ve bu sayede kendileri için "alternatif" bir yaşam alanı oluşturmaktır. Bu hedef doğrultusunda kimi zaman sosyo-ekonomik yoksunlukları kimi zaman da devlet ve vatandaşlar arasındaki "mesafe"yi istismar ederler. Onlar için belli bir sosyal taban kazanmak hayati derecede önemlidir. Bu sayede hem insan kaynağı sağlanır hem de meşru hukuk düzeninin toplumsal desteği zayıflatılır.
O halde herkesin kendisini ait hissettiği bir anayasal demokratik düzen inşa ederek hukuk düzenine direnç kazandırmak birinci hedef olmalı. Ancak bu takdirde "iç cephe" güçlendirilmiş; devlet ile onun kurucu unsuru olan insan topluluğu arasındaki sosyal akit tahkim edilmiş olur. Böyle bir anayasal düzenin en temel esası, hukuk devletinin yani hukukla kayıtlanmış, şartlanmış, keyfi olmayan devlet idaresinin tesisidir. Nitekim varoluş gayesi temel hak ve özgürlükleri adına siyasi iktidarı sınırlamak olan anayasacılık da hukuk devletine ulaşmayı amaçlar.
Anayasalar bunun için geniş bir hak ve özgürlükler setini tanır ve bunu bağımsız yargı organı başta olmak üzere etkili bir koruma sistemiyle güvence altına alır. Herkesin sığınacağı bir son merci olarak bağımsız ve adalet üreten yargı organının mevcudiyeti tek başına toplumsal huzur ve barışa katkı sağlar. Diğer yandan kuvvetler ayrılığı da temel devlet fonksiyonlarının gereğince yerine getirilmesi ve özgürlüklerin korunması amacına hizmet eder. Tüm bu garanti ve ilkeler manzumesiyle sosyal ve iktisadi kalkınmanın da ön koşulu sağlanmış olur.
Yeni anayasa fırsatı
Neredeyse tüm siyasi partilerin benimsediği yeni anayasa hedefi Türkiye için önemli bir fırsat penceresi sunuyor. Yeni anayasa, öncelikle, temel hak ve özgürlüklerin korunması yoluyla, anayasanın toplum sözleşmesi niteliğine vurgu yapacaktır.
Yeni baştan yapılacak bir anayasada; kişi özgürlüğü ve güvenliğinden adil yargılanma hakkına, dini özgürlüklerden sosyal haklara kadar geniş bir yelpazede hak ve özgürlüklerin tanınması ve güvence altına alınması ve 1982 Anayasasının otoriter yaklaşımı yerine "hürriyet asıl, sınırlama istisnadır" perspektifiyle hareket edilmesi beklenir. Özgürlüklerin normatif ve pratik düzeyde garanti edilmesi toplumun kamu otoritelerine duyduğu güveni pekiştirerek illegal örgütlenmelerin istismar zemini bulmasının önüne geçecektir. Yukarıda bahsedilen hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri de özgürlüklerin korunmasına ve iyi yönetişime hizmet edecek vazgeçilmez esaslardır.
Bununla birlikte özgürlüklerin garanti altına alınması onların korunması için tek başına yeterli değildir. Onu hayata geçirecek ve savunacak etkin bir devlet organizasyonunun da oluşturulması önem arz ediyor. Bu da anayasanın ikinci işlevine işaret eder: Devletin temel organlarının kurulması.