Altmışların başında Amerika, dünyanın dört bir yanında özgürlük ve refahın sembolü olarak parlıyordu. Hollywood'un ışıltısı, Coca-Cola'nın serinliği ve Marshall Planı'nın cömertliği, ABD'yi adeta bir pop kültür tanrısı yapmıştı.
Sonra Vietnam Savaşı başladı.
Bataklıkta debelenen bir süper gücün, napalm bombaları ve masum köylerin yakılışıyla kendi mitini nasıl yerle bir ettiğini gördük. 1968 kuşağı, sokaklara döküldü; Paris'ten Berkeley'e, İstanbul'dan Tokyo'ya anti-Amerikancılık bir isyan dalgası gibi yükseldi.
Vietnam, ABD'nin sadece bir savaş kaybettiği yer değildi; bir imparatorluğun ahlaki çöküşünün sahnesiydi.
İşte o gün bugündür ABD üstüne koya koya dünyada bir numaralı nefret öznesi haline geldi.
Bugün Gazze'deki manzara, tarihin yankısı gibi.
Bir zamanlar "Ortadoğu'nun tek demokrasisi" olarak pazarlanan, teknolojik mucizeler ülkesi imajıyla parlayan İsrail, Gazze'de işlediği sistematik soykırımla kendi mezarını kazmaya başladı.
Vietnam'da ABD, "komünizme karşı özgürlük" yalanını satarken, İsrail bugün "kendini savunma" masalını anlatıyor.
Ama Gazze'deki görüntüler, sosyal medyanın acımasız aynasında çarpıtılamayacak kadar net: Yıkılmış okullar, ağlayan anneler, kanlar içinde açlıktan ölen çocuklar...
Bu görüntüler, 68'de Vietnam'dan gelen napalm fotoğraflarından bin beter.
Londra'dan Berlin'e, Amsterdam'dan Madrid'e protestolar büyüyor.
İsrailli turistler, İsrail'e tarihsel olarak sempatiyle yaklaşan İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerde bile dışlanıyor.
Dünyanın dört bir yanındaki gençlik de ayakta. (Darısı Türk gençliğinin başına.) Tıpkı 68'de olduğu gibi, bir isyan dalgası yükseliyor. Ve bu dalga, İsrail'in "start-up nation" parlaklığını, Silikon Vadisi'nin yaldızlı desteğini ve Batı medyasının çarpıtmalarını yutacak kadar güçlü.
Ki onlar da söylenmeye başladılar
Çünkü bu sadece bir imaj krizi değil; bu bir ahlaki iflas.
***
SOYKIRIMIN EN ACI KARESİ
ABD, gazeteci Tucker Carlson'ın röportajını konuşuyor.
Zira Gazze'de insani yardım dağıtım noktalarında görevli Amerikalı güvenlik personeli Anthony Agular'ın Carlson'a anlattıkları korkunç.
Agular, 28 Mayıs'ta gıda yardımı almak için gelen 8 yaşındaki Filistinli çocuk Amir'in, elini öptükten birkaç dakika sonra nasıl öldürüldüğünü anlatırken gözyaşlarını tutamıyor:
"Küçük Amir yanıma geldi. Elimi tuttu ve öptü. O an, ayakkabısız ve neredeyse dökülen giysileriyle, zayıf bir bedenin nasıl bir çaresizlik içinde olduğunu gördüm. Yanında kutu bile yoktu; sadece yarım çuval pirinç ve mercimek taşıyordu. Ama buna rağmen, bize teşekkür ediyordu.
Amir, yardım almak için tam 12 kilometre yürümüştü. Vardığında, elindekileri yere koydu ve iskelet gibi olan zayıf elleriyle bana sarılarak 'Teşekkür ederim' dedi. Sonra eşyalarını topladı ve kalabalığa doğru yürüdü. Ancak o an, biber gazı, göz yaşartıcı gaz ve ses bombalarıyla saldırıya uğradı.