Toplumsal hastalıklar

Toplum da bir insan gibidir. Kalbi vardır, vicdanı vardır, ahlâkı vardır. Organları vardır, uzuvları vardır. Aileler ise toplum vücudundaki en küçük yapı taşları olan hücrelerdir.

Ailede bir bozulma olduğu zaman, toplum nezdinde ne kadar yıkıcı, acı ve kabul edilmez bir durum olduğunu görüyoruz. Son günlerde medyada büyük yankı bulan "Narin" davasında ve buna benzer çocuk ve bebeklere yönelik suçlarda halkımızın göstermiş olduğu tepki ile bunu görmüş olduk. Akıl ve vicdan sahibi her insan bu tür suçları kabul etmiyor ve suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyor. Bu tür olaylarla toplumun havası kirleniyor ve nefes almamız da zorlaşıyor. İçimiz daralıyor, kalbimiz sıkışıyor. Temiz bir hava soluyarak güven içinde yaşamak için her yerde adalet gerekiyor. Bir çocuk kendi ailesine ve akrabalarına bile güvenemeyecekse kime güvensin Câni ve suçlulara bu kısa dünya hayatında az bir ceza verilmesi, o masumların intikamını almak için yeterli gelmediğinden, böyle davalarda "İyi ki cehennem var, zalimler için yaşasın cehennem" diyoruz.

Toplumsal hastalıkların en önemlileri olan şiddet, taciz, katliam gibi olaylarda, suçlu taraflara baktığımızda; kendi keyfine göre hareket eden, başkasını düşünmeyen, şefkatten uzak, acımasız, insanî özelliklerini kaybetmiş kişilikler görüyoruz. Bu kişilerin en baskın özelliklerinden biri de "reisçilik" tir. İşlerini baskı, şiddet, kaba kuvvet gibi keyfî yöntemlerle hâllederler. Kendi menfaatleri için, yasa dışı ne varsa zor kullanarak elde etmeye çalışırlar. "Narin" davasında da, köyün bir nevi reisi hükmünde olan baş şüpheli bir muhtar (amca) var. Tüm akrabalar ve köy halkı ondan korktuğu için susuyor. Bildiklerini ve gördüklerini kimse söyleyemiyor. Oysa haksızlık karşısında susmak, özellikle masum bir çocuğun şüpheli bir şekilde ölümü karşısında sessiz kalmak da büyük bir suçtur. "Çocukların öldüğü yerde değil, uyuduğu yerde sessiz olunur."

Siyasette görülen "reisçilik" de yine toplumsal bir hastalıktır. Yani şahsa dayalı bir yönetim sisteminde yargı, yasama, yürütme dediğimiz organlar çok ciddî zarar görür. Yolsuzluk, haksızlık, hırsızlık, zorbalık baş gösterir. Sürekli olarak yalanlarını yeni yalanlarla kapatma, halkı oyalama ve kandırma ile iş görürler. Bu kişilikte bir yönetici, bir ülke için çok büyük tehlikedir. Halk onun baskısından korktuğu için konuşamaz, gerçekleri dile getiremez. Tıpkı Narin'in akraba ve köylülerinin muhtardan korktuğu gibi.