Dış güçler olmasa günahlarımızı kime yükleriz

Müslüman dünyanın bilimden teknolojiye ve kültürel gelişmelere kadar pek çok alanda, gelişmiş dünyanın gerisinde kaldığı ve aradaki mesafenin giderek açıldığı bir gerçek.

Doğal olarak bu açığın kapatılabilmesi için, Türkiye dahil bütün Müslüman ülkelerin ciddi bir iç muhasebe yaparak eğitimden dış politikaya, ekonomiden hukuka kadar her alanda daha rasyonel hamlelere ve değişime ihtiyaçları olduğu muhakkak.

Ama ne hikmetse Müslüman dünyanın ve özellikle de Türkiye'nin siyasetçileri, düşünce insanları, Müslümanların bilimde, sanatta, hukukta, eğitimde ve özgürlüklerde neden bir gelişme gösteremediğini sorgulamak yerine, hala 'dış düşman' kovalamaktan bir türlü kurtulamıyorlar.

Varsayalım ki bugün 'dış güç' dediğimiz yapılar, işi gücü bırakmış ve bütün güçleriyle Müslüman ülkelerin önünü kesmek için yoğun bir gayret içindeler. Bir kere adı her neyse o güçlerin hiçbiri bir ülkeyi tek başına başarısızlığa mahkum edemez. Eğer bir ülke başarısızsa, bu başarısızlığın köklerini bizzat yine o ülkenin kendi iç dinamikleri içinde aramak gerekir. Dolayısıyla Türkiye dahil, Müslüman ülkeler öncelikle kendi yapıp ettiklerini sorgulamak durumundadırlar.

Her şey bu kadar açık ve netken, böylesi bir 'dış güçler' yazısı yazmanın çok da anlamlı olmadığının farkındayım. Ama Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu çaresizlik halini çok iyi bilmesi gereken bir yazarın, bilim insanının, "Birilerinin Türkiye'nin yoluna her türlü tuzağı döşemiş olduklarını hesaplamak zorunda" şeklinde ifadeler kullanarak, sanki 'dış güçler' olmasa ülkede her şeyin güllük-gülistanlık olacağına işaret eden bir yazı yazmasını da görmezden gelemezdim.

Prof. Yasin Aktay geçtiğimiz günlerde Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde, içinde bulunduğumuz halin neredeyse tek sorumlusunun dış güçler olduğuna işaret eden bir yazı yazdı. Aktay yazısında diyor ki:

"Sahi Müslümanlar nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek tasavvur ediyorlar acaba Bütün insanlara sürekli İslam'ın sözümona barışçıl, estetik, medeni tasavvurlarını göstererek İslam'ı sevdirmenin peşindeler gibi.

Sorunsuz ve ilanihaye istikrarlı bir kalkınma süreci ile bütün dünyaya emsalsiz güzellikte bir Türkiye modeli sunma arzusu. Bu yolun hiçbir yerinde bir düşman olmayacak, Türkiye'yi veya İslam dünyasını bu yoldan saptırmaya çalışacak güçler olmayacak sanki. Türkiye doğu ve batı değerleri arasındaki köprü konumuyla, hele bir de maşallah en rasyonel, en medeni, en tarihi kökleri olan haliyle dünyaya İslam'ın çağdaşlığını, hatta laiklikle, demokrasiyle bağdaşan sürümünü ortaya koyacak ve medeni dünya da buna asırlardır bekliyormuş gibi kucak açmış olacak. Birçok Müslümanın gözünde 'Türk-İslam modeli' denilince akıllarında böylesi bir güllük gülistanlık başarı rüyasının olduğundan eminim."

Meseleye yazarın abartılı 'dış güç' korkusundan bağımsız olarak baktığımızda, zorlu bir rekabetin olduğu günümüz dünyasında ülkelerin birbirleriyle ekonomik ve politik anlamda zaman zaman acımasız bir mücadele içine girdiği elbette bir gerçek. Ama bu mücadele, soykırımcı İsrail hariç bütün ülkelerin Müslümanları yok etmek üzere bir Haçlı ittifakı kurdukları anlamına da gelmiyor.

Kendi günahlarımızı örtmek için hamasi nutuklar atmayı bir tarafa bırakarak açık yüreklilikle kendimize soralım.