Genellikle Müslüman toplumların kendi içlerinde çözmesi gereken derin problemleri olduğu kanaatindeyim. Herhalde bu konudaki en temel mesele de Müslümanların, dini doğru anlayıp anlamadıkları olsa gerek.
Günümüz Müslüman ülkelerinin neden böylesine perişan halde oldukları konusunda, hemen hepimiz farklı gerekçeler üretiyoruz. Müslüman toplumlardaki aydınların, kanaat önderlerinin, siyasi aktörlerin neredeyse hemen tamamının belli ezberleri var ve içine hapsoldukları bu atmosferden yeni bir çıkış yolu üretmeleri ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor.
Çünkü günümüz Müslümanları, Ali Bardakoğlu Hoca'nın da çok net bir şekilde ifade ettiği gibi dini, anahtar teslimi bir dünya mutluluğunun garantisi, en ince ayrıntısına kadar projelendirilmiş paket bir iyilik ve doğruluk projesi, karşılaşılan bütün sorunları çözecek sihirli bir değnek ya da bireyi alıp son noktaya kadar hasarsız ulaştıracak bir saadet treni olarak düşünüyor. (İslam'ı Doğru Anlıyor muyuz, s.25)
Oysa biliyoruz ki Allah'ın bahşettiği aklın devre dışı bırakıldığı, yüzyıllara dayanan insanlık tecrübesinin ve bilgi birikiminin yok sayıldığı ama her şeyin reçetelendirilip hizmetimize sunulduğu bir din anlayışı yok. Esas itibariyle din bize bir istikamet çiziyor, dolayısıyla nasıl bir hayatı tercih edeceğimiz tamamen bizim aklımıza ve irademize emanet edilmiştir.
Maalesef Müslüman dünya, dinin temel mesajını doğru anlayamadığı için problemlerinin çözümünü hep hazır reçetelerden beklemiş ve içinde yaşadığı dünyanın gerçekliğini ıskalamıştır.
Bu yüzden de her seferinde kendi sorumluluğunu görmezden gelerek, bütün suçu 'dış güçler'e yükleyip konforlu alanda top çevirmeyi tercih etmiştir.
Ama esas vahim olan bir gerçek var ki Müslüman ülkeleri yöneten iktidarlar, dünya ile rekabet etmeleri gereken bilim, sanat, ekonomi, teknoloji ve hukuk gibi alanlardaki başarısızlıklarına rağmen dini, iktidarlarını tahkim için kullanmaktan asla çekinmiyorlar.
Hatta öyle ki iktidarları zarar görecekse, her icraatlarına dini bir arka plan oluşturarak yalan söylemeyi makulleştirip güç kullanmayı bile göze alabiliyorlar.
Zira dinin asıllarını örten hurafeci İslam anlayışı, Müslüman toplumların zihin dünyalarında "Hedefe giden yolda, her şey mubahtır" gibi aslı astarı olmayan bir kültürel iklim oluşturmuştur.
İşte İslam'ın özüyle örtüşmeyen bu hurafeci iklimden beslenen Müslüman toplumların önemli bir bölümündeki iktidarlar, bu "hurafe kılıcı"nı kullanarak oluşturdukları keyfi yönetimleriyle toplumlarına her türlü hukuksuzluğu, adaletsizliği uygulamayı kendilerinde hak olarak görmektedirler.
Kılıç onların elindedir, istediklerini zengin ederler, fikirlerini beğenmedikleri herkesi hapse atarlar, kime ne kadar özgürlük verileceğine bile onlar karar verirler. Onlar için hedefe varma yolunda her şey mubahtır çünkü