Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Pazartesi günü kabine toplantısı sonrasında yaptığı değerlendirmede, instagram yasağına karşı çıkanlara sert eleştirilerde bulundu. Sözleri aynen şöyle: "Bunun adı ifade özgürlüğüne sahip çıkmak değildir. Bunun adı ev zenciliğidir. Batı'dan çok Batıcı bu ev zencilerin hayattaki tek gayesi sahiplerine şirinlik yapmaktır. Mücadelemizi onların efendilerine karşı yürüttük. Bugün de kuklalarla vakit harcamıyor, asıl onları oynatan kuklalara odaklanıyoruz."
Cumhurbaşkanı ayrıca instagram yasağına karşı çıkanları 'cibilliyeti bozuk' olarak tanımladı. Doğrusu milyonları ilgilendiren bir yasağın böyle bir dille savunulması hem Türkiye adına hem de AK Parti adına büyük bir talihsizlik. Siyasi aklın devre dışı kalmasının sonuçları bunlar
Bu yaklaşımdan hareketle acaba evrensel hukuk normlarını ve de Kur'an'ın özgür bireyi esas alan öğütlerini yok sayarak şöyle mi düşünmeliyiz; Cumhurbaşkanlığı hükümet Sistemi'nde ifade özgürlüğünün sınırlarını hukuk değil iktidar belirler, dolayısıyla kimin düşüncesinin makbul ya da 'cibilliyetsiz' olduğuna ancak iktidar karar verir Eğer demokrasi dışı bir yönetim hayali kurmuyorsak tabii ki
Herhalde hiçbir siyasi iktidar, özellikle de hukuk ve özgürlük ilkeleriyle yola çıkan bir siyasi partinin iktidarı, göz göre göre kendisini böylesine bir 'yasakçılık' parantezine almayacaktır. Ama yeni AK Parti için bunların hiçbir önemi yok, zira onlar artık başka bir istikametin yolcuları
Aslında bu yaklaşımın çok da yabancısı değiliz. Müslüman dünyanın yüzyıllar içinde özgürlük ve hukukla olan ilişkiler serüvenine baktığımızda bunun sayısız örnekleriyle karşılaşabiliriz.
Hiç kuşkusuz Müslüman dünyanın büyük entelektüel açılım dönemleri olmuştur. Philippe d'iribarne'nin ifadesiyle "Zihin özgürlüğü alanında 10. ve 11. Yüzyılların hayranlık verici kaynaması İslam kültürünün sonsuz zenginliklerini göstermektedir." (Demokrasi Karşısında İslam, s.22)
Ama ne yazık ki özellikle 10. Yüzyılla birlikte her türlü farklı düşünceyi boğmaya çalışan bir zihniyet yapısı baskın hale gelmiştir. "13. Yüzyılda İbn-i Rüşd'ün gözden düşmesinden sonra Muvahhit halifelerin tüm çevrelerinde o zamana kadar hiç karşılaşılmamış bir tarzda teokratik düşünce gelişmiştir. Bu düşünceyi hakim kılmak isteyenlerin artık sadece tek bir amaçları vardır: Düşüncenin kendisini yok etmek." (a.g.e, s.23)
İfade özgürlüğüne karşı tutucu güçlerin varlığı, Hristiyan dünyada da Müslüman dünyada da bir gerçektir. Esas talihsizlik, Batı Hristiyan düşüncesini beslemiş olan İbn-i Rüşd gibi bir değerin Müslümanlar tarafından dışlanması, hatta kitaplarının yakılmasıdır.
Maalesef bu tarihten itibaren, Müslüman dünyanın tanıdığı özgür düşünce ile yeniden ilişki kurma çabaları hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Müslüman toplumlar kendi aralarında farklı düşünce disiplinleri içinde tartışmalar yapmış olmalarına rağmen, demokrasi konusunda suskun kalmışlardır.