1 Ekim'deki Meclis açılışıyla başlayan bir süreç var. Bu yeni dönem, sonu barış ve normalleşmeyle bitecek yeni bir siyasi iklim midir, yoksa yalancı bir bahar mıdır, doğrusu karar vermekte güçlük çekiyorum.
Zira son yıllarda Türk siyaseti öylesine kutuplaştırıcı bir iklim yaşıyor ki doğal olarak 'normalleşme' ve 'barış' gibi kavramlara daha temkinli yaklaşmayı bir bakıma zorunlu kılıyor. Ama her şeye rağmen, siyasette normalleşme söylemlerine umutla bakmak gerekiyor. Bir kere Türkiye'nin gerçekten siyasetin dilinin en azından normalleşmesine şiddetle ihtiyacı var.
Çünkü siyaset dilindeki kirlenme sadece Ankara'da kalmıyor, aynı zamanda toplumsal barışı zehirleyen karamsar bir iklimi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla, "Bütün bu normalleşme söylemleri, aslında iktidarın kontrollü gösterisinden ibaret" diyerek görmezlikten gelmemek gerekiyor.
Dolayısıyla Meclis açılışında, MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli'nin DEM Eşgenel Başkanı Tuncer Bakırhan'a taziye için uzattığı elin ne anlama geldiğine yakından bakmakta yarar var. Bilindiği gibi Bahçeli aynı zamanda, kapatılmasını ve maaşlarının kesilmesini istediği DEM'li milletvekillerinin yanına giderek tokalaşmış ve sohbet etmişti. Meseleyi burada da bırakmamış ve akşam yapılan resepsiyonda "Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım" diyerek uzattığı elin ne anlama geldiğini de bir bakıma açıklamıştı.
Bu kadarla kalsaydı, Bahçeli'nin zaman zaman benzer tavırlar sergilediğini varsayarak çok fazla dikkate almayabilirdik. Ancak Bahçeli son grup konuşmasında, farklı yorumlara kapı aralayabilecek çok daha dikkat çekici mesajlar verdi. O sözler şöyle: "Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el, İlk Meclis'in ve Sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi yanan aydınlığıdır. Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenenin temenni ve teklifidir.
Biz, gelişigüzel, keyfe keder, can sıkıntısından, anlık dürtülerle, dümenden ve düzenden el uzatmayız.
Biz durduk yere el vermeyiz, öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz.
DEM'e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir."
Bu arada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, benzer bir yaklaşımla Bahçeli'nin tavrını taktirle karşılayan şu sözlerini de bir yere not edelim: "MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin açıklamalarını takdirle karşılıyor, Türk demokrasisi ve 85 milyonun kardeşliği adına çok kıymetli buluyoruz. Cumhur İttifakı'nın uzattığı elin değerinin muhatapları tarafından anlaşılmasını ümit ediyoruz."
İyimser bir yaklaşımla değerlendirdiğimizde, bu beyanların Türk demokrasisinin geleceği açısından umut verici olduğunu, hatta Kürt meselesi konusunda 'çözüm süreci'ne benzer yeni bir hamlenin kapısını aralayabileceğini söylemek bile mümkün.
Ancak hemen belirtelim, bu çok çok iyimser bir yaklaşım. Açıkçası iktidarın, Kürtlerle arasındaki gönül bağlarını zaafa uğrattığı ve aşırı milliyetçi söylemlerle toplumu kutuplaştırdığı bir atmosferde yeni bir