Demokrasiye ihanet ya da celladına aşık olmak

Demokrasinin içine zehirli virüsler zerk eden Trump'ın yeniden Amerikan başkanı seçilmesi, insanlığı bekleyen en büyük tehlikenin, demokrasinin içten çökertilmesi olduğu gerçeğini bir kez daha somut olarak ortaya koymuş oldu.

Kuşkusuz Trump meselenin sadece görünen yüzü, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde önümüzde duran esas tehlike; demokrasinin ahlaki bir meşruiyet krizi yaşıyor olmasıdır.

Yüzyıllar içinde insanlık hafızası krallıklara, diktatörlüklere, tiranlara tanıklık etti. Dahası, 20. Yüzyılda faşist ve komünist diktatörlerin, toplumlarına yaşattıkları acıların üzerinden henüz bir yüzyıl bile geçmedi.

Ama talihsizliğe bakın ki tarihin arşivine kaydedilen büyük acılardan sonra, demokrasiyle kazandığı hukuk güvencesi, temel hak ve hürriyetlerine rağmen, adeta bir akıl tutulması yaşayan insanlar bugün, despotizme kapı aralayan otokratlara, tek adam yönetimlerine sevdalanıyorlar.

Herhalde yaşadığımız bu durum, tarihin en büyük ironisi olsa gerektir. Açıkçası, geçmişte faşizmin yarattığı karanlık dönemden kurtulmak için ciddi mücadeleler vermiş olan Batı toplumlarının adeta tırnaklarıyla kazıyarak elde ettikleri demokratik kazanımları değil, kişisel hak ve özgürlükleri tehdit eden zihniyete prim vermelerini anlamak mümkün değil. Bu durumun bir tek izahı olabilir, celladına aşık olmak

Talihsiz bir durum ama toplumların, demokrasiye karşı adeta bir yıkım ekibi gibi çalışan otokrat liderlere destek vermeleri, ne yazık ki aynı zamanda kendi yıkımlarını hazırlayan bir nitelik taşıyor.

Modern siyaset biliminin temellerini atmış olan Fransız yazar, düşünür, yargıç ve siyasetçi Etienne de La Boetie'nin ifadeleri, bugün yaşanan demokrasi krizinin nasıl bir ruh halinin yansıması olduğunu çok güzel tarif ediyor. La Boetie'nin sözleri aynen şöyle: "Bir ulus ki kendi mutluluğu için isterse hiçbir çaba sarf etmesin, ama kendi yıkımı için de çalışmasın. Demek ki halklar ellerinin kollarının bağlanmasına izin veriyorlar veya daha doğrusu bağlattırıyorlar, çünkü kulluk etmeyi reddetseler bağları koparacaklar. Halkın kendisi kul olmayı kabul edip kendi boğazını kesiyor; kul olmayı veya özgür olmayı seçebilirken özgürlüğü itip boyunduruğu seçiyor; felaketini kabul ediyor veya daha doğrusu felaketin peşinden koşuyor." (Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, Alfa Yay.)

Maalesef başta Batı toplumları olmak üzere, demokrasinin nimetleriyle tanışmış bütün toplumların, Avrupa kültürünün yaşadığı tecrübeleri bile yok sayarak demokrasinin katillerinin işbirlikçiliğine soyunması, hem kendilerine hem de demokrasiye ihanetin en net göstergesidir.

Ancak hemen belirtelim, demokrasinin küresel krizini sadece otokrat liderlerin günahlarıyla açıklamak kesinlikle eksik bir analiz olacaktır.