Zaman zaman insan kendi kişisel tarihini, yetiştiği kültürel ortamı, devraldığı gelenekleri ve kültürel mirası yeniden gözden geçirme, bir başka deyişle sorgulama ihtiyacı hissediyor.
Doğduğum, büyüdüğüm ve kültürel anlamda etkilendiğim iklim itibariyle dindar bir mahalleden geliyorum. Doğal olarak bu iklimin pozitif ve de negatif etkilerini üzerimde taşıyan bir insanım.
Lise yıllarımdan itibaren hayatımın önemli bir bölümü, dindarlık hassasiyeti olan ama aynı zamanda sanatı-edebiyatı önemseyen, Türkiye'nin ve dünyanın farklı kültürel değerlerine zihinleri açık bir çevrenin içinde geçti.
Kısacası, Müslüman mahallenin özellikle kültürel anlamda biraz daha üst katmanında yer alan bir çevre içinde yetiştiğimi söyleyebilirim. Ancak bu mahallenin "dava" hamaseti üzerinden yürüyen hayali bir iddiası var ki hala bu davanın ne olduğu ne işe yaradığı anlaşılabilmiş değil.
Bir dönem Necip Fazıl'ın şiirindeki "Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!.." dizelerle zihinlerimize zerk edilen o meçhul "dava"dan o gün bugündür bir türlü kurtulamadık.
Hayatımızın neredeyse her aşamasında bize hep büyük bir davadan söz edildi. Aslında bu davadan kastedilen 'İslam davası'ydı ama çoğu zaman sanki erişilmesi mümkün olmayan bir hayal gibi anlatıldı.
Neredeyse bütün okumuş dindar kesimler, her vesileyle bu davanın bir 'adalet davası' olduğunu, dindarların adaletli, merhametli, vicdanlı insanlar olmak zorunda olduklarını anlattılar bize.
Bu 'dava' retoriğinin ilk cümlesi Hz. Ömer'in adaleti ile başlıyordu. Bugün her ne kadar 'adalet', dindarların çok uzağında kalmış olsa da onlar hala dava peşinde koşmaya devam ediyorlar
-"İslam toplumunda adalet ana esastır. Adaletin olmadığı yerde de mutlaka zulüm olacaktır. Bu şekilde; güçlülerin zayıfların hakkına tecavüz ettiği, fıtrata uygun olmayan hükümlerle dengenin bozulduğu ve emniyetin sarsıldığı bir toplum meydana gelir."
-"Devletin dini adalettir. Eğer bir devlette adalet yoksa orada sadece zulüm hüküm sürer."
Yılardır dindar muhitlerin okumuş-yazmış elitlerinin dilinden düşmeyen hukuk, adalet, hakkaniyet, merhamet gibi kavramların bugünün dindarlarının gündeminde asla olmadığını gördükçe doğrusu hayıflanmamak mümkün değil.
Demek ki yıllarca bize 'yeşil sarıklı hoca' masallarını ve gerçekten inanmadıkları adalet ayetlerini boşuna anlatmışlar. Şimdi bütün Müslümanları utandıran adaletsizlikleri görünce bunu daha iyi anlıyoruz.
Maalesef dindar kesimlerin önemli bir bölümünün AK Parti iktidarı döneminde hem dindarlık bilinci hem de kültürel anlamda ciddi bir erozyona uğradığını söylemek gerekiyor.
Bu görüşe itiraz edenler elbette olacaktır ama ne yazık ki bu, halen yaşamakta olduğumuz hukuksuzlukları ve adaletin terazisinin bozulduğu gerçeğini değiştirmiyor.