Aklımız Batı'da ama gönlümüz Rusya'dan yana!

Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, epey bir süredir dış politikada savrulmalar yaşayan Türkiye'nin ittifak arayışındaki eksenini sanki Rusya'ya biraz daha yaklaştırmış gibi görünüyor.Her ne kadar şimdilik 'denge politikası' bağlamında henüz nerede duracağımıza karar verememiş olsak da Ankara'dan verilen mesajlar, Rusya'ya daha yakın görüntü veren bir nitelik taşıyor. Öyle ki Cumhurbaşkanı danışmanlarının verdiği mesajlar adeta Putin'in sözcüsünü andıran bir söylem dili niteliğinde.Bütün bu görüntülere rağmen, öyle anlaşılıyor ki Ankara'nın aklı hala Batı'da. Özellikle son günlerde Ukrayna'nın işgali vesilesiyle Türkiye'ye gelen Batılı liderlerle yapılan görüşmelerde bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 'AB müzakereleri'ni dillendiriyor olması manidar.Ancak Batı ittifakı ile ilişkilerde 'güven' sorunu henüz aşılabilmiş değil. Zira Türkiye NATO'nun önemli bir ülkesi olmasına rağmen gerek S-400'ler bağlamında Rusya ile geri dönüşü zor bir müttefiklik ilişkisi içine girmesi, gerekse Amerika ve Avrupa'nın Rusya'ya getirdiği yatırımlara katılmaması Batı ittifakı ile olan ilişkilerinin vitamin değerini düşürmektedir.Oysa bir gerçek var ki hem ekonomik hem de siyasal anlamda Türkiye'nin yeri de, tarihsel olarak istikameti de Avrupa'dır. Bu çerçevede özellikle son yıllarda zoraki olarak estirilmeye çalışılan "Avrasya hayalleri" sadece bir masaldan ibarettir. Her ne kadar ulusalcılar, romantik Marksistler ve AK Parti İslamcıları bu masalı çok sevmiş olsalar daEsas itibariyle AK Parti iktidarı da Putin'in Ukrayna üzerinden sergilediği emperyal hedeflerden endişelidir. Ancak ne tür saiklerden kaynaklandığını bilemediğimiz bir tedirginlik yüzünden Putin'le 'dostluk'tan da bir tür vazgeçememektedir. Muhtemelen Ukrayna'daki işgalin sonucu ortaya çıkmadan Türkiye'nin istikameti de netleşmeyecektir.Esas itibariyle Türkiye'nin Batı ile olan ilişkilerini zaafa uğratan iki önemli unsur var. Birincisi, gerek ekonomik, gerekse siyasi anlamda Batı'nın doğal bir parçası olmasına rağmen Rusya ile rasyoneliteyi aşan ilişkilerinden kopamaması, yan Batı ittifakındaki yükümlülüklerine yeterince riayet etmemesi. İkincisi ise içinde yer almak istediği Avrupa'nın temelini oluşturan demokrasi, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verebilir bir yönetim sistemi oluşturamamasıdır. Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakereleri yürüten Türkiye ne yazık ki bugün 'hukuk devleti' özelliğini büyük ölçüde kaybetmiş bulunuyor.Bu hukuk zihniyetinin kaybolması yüzündendir ki artık Türkiye'de insanlar hiçbir 'kanıt ve belge' olmadan hayatlarının 4-5 yılını cezaevlerinde tutuklu olarak geçirmekte, anayasal protesto haklarını kullanan kadınlar coplanarak yerlerde