Ahmed Rifâî

Bazı kitaplar ruh okşayıcı, gönül kuşatıcı, ufuk açıcı, feyizli, istifadelidir. Ruhları kanatlandırır. İyi hazırlanmış tasavvufi eserler hep böyledir. Okumaya asla doyamazsınız. Ömrünü tasavvufi hayata hasreden, bu kültürün doğru anlaşılmasına yıllarını adayan muhterem Prof. Dr. Mehmet Demirci'nin eserleri kıymetlidir. Her kitabı ilim, fikir ve maneviyat ziyafetidir. Hocamızın yeni eseri Seyyid Ahmed er-Rifâî ve Bağdat Velîleri, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları'ndan çıktı. Nefis kapak tasarımı, İbrahim Aydın Yüksel ve Alper Kahraman'a ait.

Eser, Bağdat'a 18 Mayıs 2025 tarihinde yapılan bir seyahatin meyvesidir. Seyyid Ahmed er-Rifâî Hazretleri'nin türbesinin restorasyon sonrası açılışı için düzenlenen merasime katılan yazarımız, dostlarıyla birlikte Bağdat'ta ziyaret ettikleri maneviyat büyüklerine dair özlü bilgilerle bizi donatıyor. Allah'ın veli kullarının türbelerini ve kabirlerini ziyaret eden toplulukta bulunan Demirci Hocamız, gördüklerini, dinlediklerini ve genel olarak edindiği intibaları, ansiklopedilerdeki bilgilerle harmanlamış. Önce Yeni Asır gazetesinde 12 bölüm hâlinde neşredilen bu mühim, hakikatli yazılar, şimdi de kitap olarak meraklı okuyuculara sunulmuş bulunuyor.

Bağdat'ın manevi zenginliklerine ve köklü mirasına temas edilen Giriş yazısında, önemli hususların altı çiziliyor. Dillere destan olan bu şehrin muhteşem tarihinden ve kültürel birikiminden bahsedilirken başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist ülkeler tarafından müzelerdeki eserlerin nasıl talan edildiğine de dikkat çekiliyor. Bağdat ve muhitinde yetişen şairlerimiz, âlimlerimiz çok. Şehre dair yazılan şiirler, yakılan türküler ve anlatılan destanlarla menkıbeler "Ana gibi yâr Bağdat gibi diyar olmaz." atasözümüze hak verdirecek nefasettedir. Halk şairimiz Kayıkçı Kul Mustafa'nın okul ders kitaplarında okuduğumuz, Bağdat'ın Fethini anlattığı "Genç Osman Destanı"nı kim unutabilir "İptidâ Bağdat'a sefer olanda/Atladı hendeği geçti Genç Osman/Vuruldu sancaktar kaptı sancağı/İletti bedene dikti Genç Osman" Fuzûlî'den Bağdatlı Rûhî'ye, Evliya Çelebi'den Ahmet Haşim'e, yolu Bağdat'la kesişen nice meşhurların meçhul kalmış hatıralarını, intibalarını, şiir ve nesirlerini okuyoruz.

"Tasavvuf, dîni daha içten ve derinden yaşama gayretidir, dînin şekliyle birlikte özünü, ruhunu yakalamaya çalışmaktır. Tasavvufun kurumlaşmış şekline tarîkat denir. İslâm dünyâsında 12. Yüzyıldan itibaren tarîkatlar kurulmaya başladı. Bunlardan biri de Rifâîlik'tir. Rifâîlik Ortadoğu, Anadolu ve Balkanlar'da yayılmıştır." Bu bilgileri veren yazarımız, daha sonra tarikatın kurucusu Ahmed er-Rifâî'nin hayatını özetle anlatır. Tabii mutasavvıfımızın hayatıyla birlikte yetiştiği muhit, hocaları, tasavvuf ve tarikat anlayışı, yetiştirdiği talebeler, devrindeki sosyal ve kültürel hayatla münasebeti, tevazuu, mahviyetkârlığı, hayvanlara olan merhameti ve şefkati de dile getiriliyor. Vefatından sonra türbesinin geçirdiği merhaleler, tafsilatlı biçimde anlatılıyor. Şeyh Rifâî'nin gösterdiği kerametlerden numuneler verilirken örnek şahsiyetine dikkat çekiliyor. İnsani hasletleri ve İslami hassasiyetleri ise göz kamaştırıcıdır. Seyahatnamede bahsi geçen zatlarla alakalı mektuplar ile el yazıları, gezginlerimizin çekilmiş fotoğrafları esere bir cazibe ve değer katıyor.

Kûfe'de Hazret-i Ali'nin evi anlatılırken "Allah'ın Arslanı" olarak bilinen halifemizin hayatından, ihatalı ilminden, son döneminden, çocuklarının başına gelen hazin hadiseden de bahseden Hocamız, soğukkanlı bir üslup ile İslam ümmetindeki ihtilaflar üzerinde de duruyor. "Kerbelâ ve Hz. Hüseyin" bölümünü hüzünlenerek, yaşaran gözlerle okuyoruz. Selmân-ı Fârisî, Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sekatî, İmam-ı Âzam, Abdülkâdir Geylânî, kitapta hayatları, hizmetleri, eserleri ve tesirleri anlatılan diğer tasavvuf ehli ve İslam büyüklerindendir. Yûnus Emre'nin "Abdülkadir Geylânî" şiirindeki şu mısralar ne kadar güzeldir: "Seyyâh olup şu âlemi ararsan/Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz/Ceddi Muhammed'dir eğer sorarsan,/Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz./Giderler gazâya çalarlar satır,/Dâima yaparlar hoş gönül-hatır,/Bağdat'ta türbesi nur olmuş yatır,/Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz." Eşrefoğlu Rûmî'nin şu mısraları ise içli, hisli ve derindir: "Elim verdim eline kurban olsam diline/Canlar fedâ yoluna Pîrim Abdülkâdir'im/Arısının balıyım bahçesinin gülüyüm/Bağının bülbülüyüm Pîrim Abdülkâdir'im."