Muhafazakâr ve demokrat kimliğin yeniden inşası

AK Parti kendini "Muhafazakâr Demokrat" olarak tanımladı.Kuruluş sürecinde anlamlı olan bu tanımlama bugün de anlamını koruyor.Sorun tanımlamada değil.Sorun uzun iktidar döneminden kaynaklı aşındırıcı pratikte.Bir bütün olarak pratiğin ilkeden saptığı iddiası ne kadar yanlışsa ilkeyle bağdaşmayan kimi pratiklerin olmadığı iddiası da bir o kadar yanlış.Her iki tanım güç zehirlenmesiyle birlikte aşınmış görünüyor.Muhafazakârlıkta da bir aşınma var, demokratlıkta da.Aşınmışlıklar haliyle muhafazakârlık üzerinden tercihi AK Parti'den yana olan kitleyi rahatsız ettiği gibi, demokratlık dolayısıyla AK Parti'yi destekleyen seçmenleri de rahatsız ediyor.Buna yol açan faktörler birden fazla elbette.Ama bence asıl faktör, sürekli ve her koşulda kazanma isteği. Buna eşlik eden güç eksenli siyasi pratik.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte bu siyasi denklem, ilkenin arka plana itilmesini zorunlu kıldı.AK Parti için olmazsa olmaz önemde olan iddia ve söylemler, başka bir deyişle kurucu ruh bu süreç içinde geri çekildi.İktidar için gerekli olan güç devşirme arayışı, süreç içinde AK Parti'nin kimliğini aşındıran veya o kimliği kuşkulu hale dönüştüren yeni kimi pratiklerin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi.Ayrıntısına girmenin yeri burası değil.Yanlış anlaşılmamak için hemen bir parantez açayım: Bu sözlerim dolayısıyla benim CB Hükümet Sistemine ve ittifaklar sistemine prensipte karşı çıktığımı söyleyecek olanlara derim ki öyle bir şey yok. Bundan kaç sene önce bu köşeden prensipte savunmakla birlikte sistemin mutlak surette revize edilmesi gerektiğini yazmıştım. Parti genel başkanlığıyla cumhurbaşkanlığının tek elde toplanmasının hem devlete aidiyet duygusunun aşınmasına hem de parti devleti algısının oluşmasına sebebiyet vereceğini yazmıştım. 50 artı 1 denkleminin de partilerin ilkesel varlık sebeplerini giderek ortadan kaldırıp amorflaştırma tehlikesi doğuracağını ve en kötüsü de küçücük partileri büyük partilerin eşiti kılacağını, büyük partileri bir bakıma küçük partilere mecbur ve mahkûm kılacağını yazmıştım. Merak edenler dönüp arşivden bakabilirler.Şimdi konumuza dönüyorum.AK Parti'nin muhafazakârlığı "devlet" ve "güç" eksenli bir pratiğe kayınca demokratlığı da yalnızca kendisi için demokrasi isteyen bir algı ortaya çıkardı.Oysa AK Parti gerçekliği bu değildi. Ne muhafazakârlık anlayışı ne de demokratlık anlayışı zinhar bu değildi.Kurucu liderin Reis'in zaman zaman ilkesel müdahaleleri ne yazık ki bu görüntünün ve algının ortadan kalkmasını sağlamaya yetmedi.Zira yaygın bir biçimde AK Parti'nin siyasal aktörleri kendilerini "devletlû" olarak görmeye başlamışlardı bile.Demokrasi ve özgürlük vurgusu söylem düzeyinde de olsa geri çekilince, siyasal aktörlerin "devletlû" pratiği AK Parti'yi olduğundan başka göstermeye başladı.Bugün bile hâlâ Cumhurbaşkanı'nın verdiği unvan dolayısıyla kendilerini devletlû olarak görüp TÜRK DEVLETİ ve BÜYÜK TÜRK MİLLETİ adına kibirli laflar edebilen, sadece karşıt düşüncede veya kampta olanlara değil ömrünü Reis'in davasına adamış AK Partili kimi siyasi aktörlere bile parmak sallamaktan kaçınmayan kimilerinin varlığı, elbette AK Parti'nin hem muhafazakârlık hem de demokratlık kimliğinin nasıl aşındığının üzücü bir göstergesidir.Yanlış anlamak isteyenler için yine bir parantez açayım:Hiç kuşkusuz devlet hassasiyetimiz var. Bu devleti korumak ve kollamak boynu uzun borcudur. Bu devlet bizim. Ama sadece bizim değil. Bu ülkede yaşayan herkesin. Yani hepimizin. Devleti sadece kendine ait bilen veya kendini de "devletlû" görüp başkalarını da gayrı gözüyle görenler, bilsinler ki bu ülke insanlarının devlete aidiyet ve sadakat duygusunu ciddi biçimde örselerler. Hiç kimsenin ve hiçbirimizin devletimize onu savunuyormuşuz kisvesi altında bu zararı vermeye hakkı yoktur.Geçmişte bizler bu ülkenin