AK Parti'nin kimliği, kurucu ilkeleri ve ruhu

AKParti herkesin kendi kafasına göre kimlik giydirmeye çalışacağı amorf bir kitle partisi değildir.Kitle partisidir lakin kimliği, misyonu ve ilkeleri olan bir partidir.AK Parti bu ilkeleri kabul eden herkese açık olan ve herkesin temsiline imkân sağlayan bir Türkiye partisidir."Biz farklılıklarımızla birlikte Türkiye'yiz!" anlayışıyla dini, ırkı, mezhebi, dili ve yaşam tarzı farklı olan herkesi kendinden bilip kucaklayan bir Türkiye partisidir.AK Parti yola çıkarken kendini gayet açık bir biçimde tarif etti."Muhafazakâr demokrat" tanımı, AK Parti'nin kimliğinin özünü oluşturdu.AK Parti'nin muhafazakârlık anlayışı, tarihe-geçmişe saplanıp kalan tutucu bir anlayışa yaslanmıyordu. Tarihini-geçmişini sahiplenen, yani kökünün ayırdında olan ama bugünü ve geleceği de değişimci ve yenilikçi bir anlayışla doğru okuyup tarifleyen bir anlayışa yaslanıyordu. Bir başka deyişle, kendi kökleri üzerinde değişime ve yeniliğe açık bir anlayışın temsilcisi olarak ortaya çıkıyordu. Yahya Kemal'in "Kökü mâzide olan atiyim" ifadesine tam da uygun bir anlayışın siyaseten ete kemiğe bürünmüş haliydi.Muhafazakârlık, dinî duyarlığı da içeriyordu elbette. Çünkü din aziz milletimizin kökünü oluşturan ve anlamlandıran en önemli unsurların başında geliyordu. Milletin değerlerini üstünde taşıyan bir partinin dini duyarlılığı onun dinci ve dinsel milliyetçi bir parti olduğu anlamına gelmiyordu. AK Parti'yi "dinci" veya "siyasal İslamcı" olarak tanımlayanlar yanlış bir laikçi okumanın içindeydiler. AK Parti devlet marifetiyle dini yoluma dayatmayı öngören totaliter ve otoriter bir İslamcı siyasi proje olmadığı gibi din üzerinden siyaset yapmayı amaçlayan bir dinci parti de hiç değildi. Demokratlık, AK Parti'nin bu muhafazakâr kimliğini taçlandıran diğer bir aidiyetiydi. AK Parti'nin demokratlığı "herkes için özgürlük isteyen" ve "herkesi farklılıklarıyla birlikte kendinden bilen" özgürlükçü ve birleştirici bir demokratlıktı. Adalet anlayışı, bu demokratlığın en başat unsuruydu.AK Parti'nin demokratlığı devrimci bir öze sahipti. Zira devlet paradigması denilen şey, farklılıkları homojenize etmeyi amaçlayan tekçi, inkârcı ve yasakçı bir uygulamayı içkindi. Bütün bunları yıkmak için demokratik devrimci bir anlayışı kuşanmak gerekiyordu. AK Parti'nin devrimciliği demokratlığın yerine ikame edilen bir şey değildi; tersine demokratlığının gerektirdiği doğal bir davranıştı.AK Parti'nin kurulurken ilan ettiği kırmızı çizgileri anlamlıydı.AK Parti milletimizi ayrıştıran ve çatıştıran şu üç milliyetçilik türüne karşı olduğunu gayet netlikle ilan etmişti:-Dinsel milliyetçilik.-Etnik milliyetçilik.-Bölgesel milliyetçilik.Dinsel milliyetçilik karşıtlığı, bu ülkede yaşayan farklı dinlere mensup insanları vatandaşlığın dışındaki tanımlarla dışlayıp ötekileştirmeyi amaçlayan anlayışlara karşı herkesi dini ne olursa olsun bu ülkenin insanı ve bu ülkenin sahibi gören kuşatıcı birlik anlayışını içkindi.Etnik milliyetçilik karşıtlığı, etnik-ırksal farklılıkları kabul etmeyen ve herkesi etnik-ırksal temelde tektipleştirmeye çalışan ırkçı anlayışların devletimizin bekasını ve milletimizin birliğini tehdit eden zararlı anlayışları söküp atmayı amaçlıyordu.Bölgesel milliyetçilik karşıtlığı da, bölgelere göre ayrımcılık yapan veya insanlarımızı bölgelerine bakarak değerlendiren muzır anlayışların anlamlı bir reddiyesine dayanıyordu.AK Parti'nin kurulduğu o eski Türkiye düşünüldüğünde, özellikle 28 Şubat sonrasındaki Türkiye konjonktürü düşünüldüğünde bu denilenlerin ne kadar anlamlı ve gerekli olduğu anlaşılır.Bence bu ilkeler ve anlayış bugün de anlamını ve gerekliliğini aynen muhafaza ediyor.AK Parti, hiçbir zaman kırmızı çizgilerinden ilkesel olarak ödün vermedi. Zaman zaman bu çizgileri aşan uygulamalar içinde olduysa da bu öz her daim muhafaza edildi. Bir özeleştiri yapmak gerekirse, bölgesel milliyetçiliğin yanısıra şehir milliyetçiliğine de dönemsel olarak AK Parti'nin pratikte savrulmuş olması ne kadar üzücü bir gerçeklik ise, bu tür uygulamaların sağlam kurucu öz zırhına çarpıp dipten gelen sert tepkiyle geri püskürtüldüğü de sevindirici bir gerçekliktir. Etnik milliyetçiliğe yani ırkçılığa hiçbir zaman kaymamış olsa bile AK Parti'mizin ilk başlardaki etnik kimlik siyaseti konusunda kendine ait o cesaretli ve ilkesel söylemini geri çeken siyaseti ve dahası kendi kurucu ilkelerinin dışında, özde öyle olmasa da görünürde etnik milliyetçiliği çağrıştıran kavramlara yaslanan yeni dönem söylemlerinin kafalarda soru işaretleri oluşturmadığını söylemek doğru olmaz. AK Parti'nin yaşadığı kan kaybının sebeplerinden biri de bu algısıdır. O yüzden AK Parti'nin kurucu ruhuna ve özüne dönerek kendi ilkelerini taşıyan kavramlara geri dönmesi, olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.AK Parti milletin partisi olarak kuruldu. AK Parti milletin değerlerini üstünde taşıyan bir partiydi ve milletin değerlerini hâkim kılmak için kurulmuştu. "Millet ne derse o!" ve "Millete hizmetkârlık esastır!" diyen bir anlayışla kurulan AK Parti'nin süreç içinde devletin partisine dönüştüğü algısına yol açması elbette manidardır. Esefle belirtmek isterim ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi devlet-parti veya parti-devlet özdeşliğini beraberinde getirdi. Statükoya karşı değişimciliği savunan AK Parti birden bire statükoyu savunan bir partiye dönüştü. Çünkü verili statüko, artık AK Parti'nin statükosu olmuştu. Hâlbuki kendisinin oluşturduğu statükoya bile gerektiğinde kendisi itiraz eden o devrimci ruhun muhafazası elzemdi. Bunun zaman zaman anlamlı çıkışlarla gösterilmesi de büyük öneme sahipti. Bir başka deyişle, o demokratik-özgürlükçü-devrimci ruh gerektiğinde kendi statükosuna da karşı çıkan bir uygulamayı içkin olmalıydı. Bu devrimci-demokrat ruh kaybı, AK Parti'yi devletin-sistemin-statükonun partisi konumuna soktu. Liderin dışında çoğunlukla millete tepeden bakan siyasal oligark rolüne bürünmüş aktörlerin