Sırrı Süreyya'nın ardından

Sırrı Süreyya Önder'e dair yazdığım yazı o birilerini pek bir şaşırtmıştı.


İlk günden itibaren yattığı hastaneye yaptığım ziyaretler de.


Sırrı Süreyya benim hemşehrimdi.


Yaşça küçüğümdü.


Uzun yıllara dayalı tanışıklığımız vardı.


Birbirimize karşı sevgimiz ve saygımız.


Sonra aramıza siyaset girdi.


Dünya görüşlerimiz farklıydı ama bu farklılık aramıza siyaset girmeyinceye kadar sevgiyle ve saygıyla devam etti.


Hiç unutmam.


2011'de ben AK Parti'nin Adıyaman milletvekili adayıydım. Sırrı Süreyya da PKK'nın partisi BDP'nin İstanbul milletvekili adayıydı.


Sevgili kardeşim Salih Tuna o vakitler TGRT Haber'de tartışma programı sunuyordu.


"Sırrı Süreyya ile aynı programda seni ağırlamak isterim, katılır mısın" dedi.


"Memnuniyetle" dedim. "Sırrı sevdiğim ve değer verdiğim bir hemşehrimdir."


Adıyaman'dan seçim çalışmalarından kalkıp geldim. Stüdyoda programın başlamasına az zaman kala Sırrı geldi. Beni görünce merhabalaşıp hâl hatır sorduktan sonra Salih Tuna'ya dönüp aynen şunu dedi: "Mehmet abi değer verdiğim biridir. Kendisi ile tartışmayı uygun görmem. O yüzden beni bağışla."


Salih şaşkınlıkla ve üzüntüyle "Mehmet abinin çağrılı olduğunu biliyordun. Tamam demiştin. Şimdi katılamayacağını söylemen üzdü beni" mealinde sözler etti.


Sevgili Sırrı nahifti.


O vakte kadar aramızda var olan güçlü sevgi ve saygı ilişkisine belki olumsuz bir tartışma zarar vermesin istemişti.


Sonra seçildikten sonra aramıza gereksiz ve tatsız bir soğukluk girdi.


Siyaset ne yazık ki bazen kıyıcı ve kırıcı olabiliyor.


Keşke hiç yaşanmasaydı.


İkimize de hiç yakışmayan bir durumdu.


Ama ben hiçbir zaman kendisine husumet beslemedim.


Bir hemşehrim olarak kendisiyle hep gurur duydum.


O günden sonra hiçbir zaman araya gelip konuşamamış olsak bile.


Barış sürecinde yüklendiği misyon ağırdı.


Bir o kadar da onurluydu.


Başarıyla yürüttüğünü görmek beni daha bir gururlandırdı.


Çünkü Sırrı Süreyya memleketim Adıyaman'dan çıkıp kendini Türkiye'nin değerine dönüştürmüş bir bilge siyasetçiydi artık.


xxxxx


Bir insanın değerini takdir etmek, onunla aynı düşüncede veya siyasette olmayı gerektirmez.


Sırrı Süreyya bu ülkenin değerli bir evladıydı.


Hiç kuşkusuz dünya görüşümüz ve siyasetimiz farklıydı.


Ama bu, her konuda birbirimizden farklı düşündüğümüz anlamına da gelmiyordu.


Ne ayrıydık ne gayrı.


Hem ayrıydık hem gayrı.


Barış süreci bizi bir kez daha anlamlı bir yerde ortaklaştırmıştı ama.


Hastalığını duyduğumda tv100'de yayındaydım.


Yüreğim kanamaya başlamıştı.


O gece takip etmiştim sağlık durumunu.


Ertesi sabah da soluğu hastanede almıştım.


Orada olmam gerekiyordu.


Kardeşi Ali ve diğer yakın akrabalarıyla defalarca beraber olduk.


Pervin Buldan ve diğer DEM yöneticileriyle de.


Sırrı bizim Sırrı'mızdı.


Acı bizim acımızdı.


Orada olmam gerekiyordu.


Oldum.


xxxxx


Vefat haberini aldığımda bir toplantıdaydım.


Yüreğim lâl oldu.


O esnada televizyonlardan aradılar.


Ekol Tv'den, Tv Net'ten, Flash Haber'den, tv100'den


Konuşurken ağladığımı fark ettim.


Kelimelerin boğazımda düğümlendiğini


Bir yanda da tez elden hastaneye gidip sevgili Ali Önder ve kederli ailenin yanında olmam gerektiğini söylüyordu iç sesim.


Toplantı mahallinde telefonla bağlandığım televizyon kanallarından kurtulup hızlıca hastane yolunu tuttum.


Doğrusu hastane girişinde o çirkin davranışa maruz kalabileceğim hiç aklımın ucuna bile gelmemişti.


Ben oraya acıyı paylaşmaya gidiyordum.


Orada bulunan değerli ailenin yanında olduğumu göstermeye ve acılarını yürekten paylaşmaya gidiyordum.


Yüreğim kanıyordu.


Ve son derece üzüntülüydüm.


Hastane girişinde toplanan kalabalığın içinden birkaç kendini bilmezin o çirkin seslerini duyduğumda Sırrı Süreyya'nın yüklendiği misyon adına üzüldüm.


O provokatör grubun içinde hayasız bir kadının ettiği küfürleri barış sürecinin hatırına duymazdan geldim.


O misyonun ayırdında olmayanların Sırrı'yı sahiplenme maskesi altında kin ve nefret kusan bir söylemin taşıyıcıları olmaları ne yaman bir çelişkiydi!


Sırrı'nın ve DEM'in maskesi altında barış misyonunu öldürmeye kalkışanların varlığı provokasyonun sadece öteki adıydı.


Onlara hiç kızmadım.


Çığırdıkları "Faşistler dışarı" sloganı hiç umurumda olmadı benim.


Çünkü faşist olan ben değildim, kendileriydi.


İnsani bir davranışa dahi tahammülleri olmayanlara faşist kelimesi bile az gelir ya, neyse!


O provokatörlerin Sırrı ve DEM maskeli olmaları üzdü beni.


Ama asıl beni üzen, hastane içinde iken dışarda süren o çirkin provokasyonun korkusuyla yanıma gelmekten kaçınan bazı insanların tutumu oldu.


Kendilerine gelebilecek tepkilerden korkup çirkin bir provokasyonun önüne geçmekten korkanlarla barış elbette inşa edilemezdi.


Sabahat Tuncel'e bu arada tebriklerimi iletiyorum.


O anda fark etmedim, çünkü ben hastanenin içine girmiştim. O esnada Sabahat Tuncel'in dışarı çıkıp bu yapılanın yanlış olduğunu yüksek sesle duyuran konuşmasını sonradan bana iletilen videolardan öğrendim.


Yüreğini kuşanarak çıkıp barış sürecinin ruhuna uygun müdahalede bulunmuştu.


Ne yazık ki DEM adına kınayıcı hiçbir açıklamanın gelmemiş olması üzücü.


Üzücü bulmamın sebebi, asla şahsımla alakalı değildir.


Bu tür provokasyonların önünü alabilmek içindir.


Dahası provokatörlerin hangi maskenin arkasına sığınırlarsa sığınsınlar mahkûm edildiğinin görülmesi içindir.


Daha da üzücü olan dost diye bildiklerimizin sessizliğiydi.


Not ettik elbette.


Hallacı Mansur'un dediği gibi, dostun gülü hakikaten daha bir yaralıyormuş.


Olsun.


Bilsinler ki ben onlar gibi olmam.


Onlara yönelik bir şey olsa gereken tepkiyi koymaktan geri durmam.


Herkes kendine yakışanı yapar.


En önemlisi, korkaklar ve kıskançlar asla tarih yazamazlar.


Sadece tarih olurlar.


xxxxx


Herkes bilsin ki ben hastaneye sevgili hemşehrim Sırrı Süreyya'nın ailesinin yanına onlarla birlikte olduğumu göstermek ve onların yasını paylaşmak için gittim.


DEM'in bir toplantısına değil.


Ailenin bulunduğu 9. kata çıktım.


Orada DEM yöneticileri de vardı.


Değerli Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Yılmaz ile İstanbul Valimiz Davut Gül de vardı.