Ölümle yüzleşmek, hayata tutunmak

Geçen hafta çok yoğun geçti.

Cuma cumartesi Berlin. Pazar İstanbul. Pazartesi Gaziantep. Salı Gaziantep'ten karayoluyla doğduğum büyüdüğüm AdıyamanKâhta.

Kâhta programımız çok yoğun.

Saha çalışmaları, görüşmeler, taziye ziyaretleri, AK Parti'mizin ilçe danışma meclisi toplantısı

Bu yazıyı Kâhta'da iki arada bir derede yazıyorum.

Dün sabah Ankara'ya dönüşüm vardı uçakla.

Çarşamba sabahı bir taziyeden çıkarken aldığım bir haberle sarsıldık.

Yeğenim Ömer'i hastaneye kaldırmışlardı.

Durumu kritikti.

Hayatın olağan akışı değişti birden.

Hayat hem çok anlam kazandı hem de ölüm gerçekliği bir kez daha en yakınındaki, kanından canından olan birisi üzerinden kendini hatırlattı.

Çarçabuk hastaneye koyulduk.

Acilde gördüğüm manzara ölümün bize her an ne kadar yakında olduğunu gösteriyordu.

Yeğenim Ömer, doğduğu günü dün gibi hatırladığım kız kardeşimin oğlu Ömer, artık kırkına merdiven dayamış Ömer sedyede yatıyordu.

Sonrası yoğun bakım.

Her an ölüm haberini beklediğimiz o anlar.

Tarifsiz hüzün.

İçinize akan gözyaşlarınız bazen bendini yıkarak dışarıya vuruyor.

Belirsizlik.

Bekleyiş.

Kritik saatleri aştığı halde yine de her an her şey olabilir haberiyle sarsılan yüreğinizle bekliyorsunuz.

Bir ayağımız dışarıdaki çalışmalarda, bir ayağımız hastanede.

Kulağımız her an gelebilecek haberde.

Sağ olsun Kâhta Devlet Hastanemizin değerli Başhekimi Dr. Mustafa Akel kardeşimiz sürekli bilgilendiriyor.

Hastane müdürü evladım gibi sevdiğim Abdullah Akkaş ise her daim tetikte ve her şeye koşturuyor.

Sağ olsunlar.

Gecenin geç vaktine kadar süren bekleyiş başhekimimizin telefonuyla rahatlamaya dönüşüyor.

Yine de ne olur ne olmaz diye gözlerinize bir türlü uyku girmiyor işte.

Çok şükür, sabahla birlikte başhekimimizden gelen sevindirici haberle Ömer'imizin tekrar aramıza döndüğünü öğrenince ölümle hayat arasındaki o çizginin ne kadar ince ve geçişken olduğunu fark edip hem sevindim hem derin bir tefekküre daldım.

Ömer'imiz hayata tutunmuştu.

Ama bize ölmeden önce ölümü tattırmıştı.

Ölüm düşüncesinin bile ne derin yarıklar oluşturduğunu göstermişti.

Ölümle bizi can yakıcı bir biçimde yüzleştirmişti.

Hayata tutunmanın sevincini yaşatmıştı.

Yoğun bakımda gözlerini açtığında kendisine seslendiğimde anında tanıyıvermişti dayısını.

Tarifsiz bir sevinçle akan gözyaşının tadı sahiden bir başka.

Gözyaşının rengi de bir değil kokusu da.

Dışarıdan bakıldığında aynı gibi gördüğünüz gözyaşı hüzün ve sevinç duygusuna göre renk ve koku değiştiriyor.

Bunu ancak yüreğinizde hissedebiliyorsunuz.

Bir de yüreği olanların, içeriye bakan gözlere sahip olanların fark edebileceği bir gerçekliktir bu.

Bir gün içinde hem ölüm düşüncesinin yüreğimizi nasıl kavurduğunu hem de hayata yeniden dönme sevincinin yüreğimizde nasıl bir gül bahçesi oluşturduğuna tanıklık ettik.

Ve bir kez daha anladım ki ölüm her an her daim yanı başımızda.

İleriye dönük hesapların zerre kıymetiharbiyesi yok.

Ayak oyunlarının anlamı da gereği de yok.