Halifelik-hilafet tartışmasındaki cehalet

Cehalet kötüdür. Cehaletin fanatizmle buluşması ise çok daha kötücüldür. Zira yıkıma dönüşür. Halifelik ve hilafet tartışmalarında karşılaştığımız yaygın cehaletin fanatizme dönüşmesini engellemek hem zihinsel arınma için şart, hem de toplumsal barış adına farz. Evvela kelimelerin veya terimlerin anlamlarını bilmek lazım.Nedir hilafet veya halifelikEn kestirmeden ve en özlüce "Birinden sonra gelmek veya birinin yerine geçmek" anlamına gelen Arapça hilafet ve halife kelimelerinin hiç bir kutsallığı yok.Peygamberimizin (sav) vefatından sonra seçilen Hz. Ebubekir'e bu anlamda Halife denmiştir. Müslümanlar başsız kalmamak için kendilerine bir baş seçmişlerdir. İşin özün bu.Kur'an'da hilafet siyasi bir kurum olarak zikr edilmez. Halife'nin nasıl seçileceği belirtilmez. Emredilen şura ise hayatın her alanında geçerli bir ilkedir. Peygamberimiz (sav) ne kendinden sonra gelecek olanın adını zikretmiştir ne de nasıl seçileceğine dair bir beyanda bulunmuştur. O yüzden halife olarak belirlenenlerin seçim usulleri farklı farklı olmuştur.Peygamberimizin vefatıyla birlikte Peygamberlik de hitama ermiştir. Dolayısıyla sonradan gelenler aslında Peygamberin yerine geçmiş olmamaktadırlar. Dolayısıyla Peygamberlikteki kutsallığa benzer veya onu çağrıştıran bir kutsallıkla açıklanabilecek bir yerine geçme olayı da söz konusu değildir. Sadece sonrasında geldikleri için hem bırakılan dini mirası ayakta tutup sürdürmek, hem de Müslümanların beraberliğini sağlamak için seçilen baş anlamındadır halife.Hilafetin "İslam devlet başkanlığı kurumu", halifenin de "İslam devlet başkanı" biçiminde tanımlanması, modern zamanlara özgü bir tanımlamadır. Bence siyasetin şekillendirdiği bu modern Müslüman zihnin ürettiği kavramsallaştırma özünde sorunlu ve tartışmalıdır.Tıpkı "İslam devleti" tanımlamasında olduğu gibi.Peygamberimizin Medine'deki hayatını "devlet başkanlığı" gibi takdim eden modernist zihin, kaçınılmaz bir biçimde İslamcılığın totaliter bir siyasal tasavvura ve projeye dönüşmesine de öncülük etmiştir. ( Ayrıntılar için bkz. Mehmet Metiner, Siyasi Erdemler Risalesi, Sahi Yayınevi)İslamiyet'in kuşkusuz bir siyasal tasavvuru vardır ama Kur'an bir siyaset kitabı değildir. Kuşkusuz Peygamberimiz eşsiz bir siyaset adamıdır ama Hz. Muhammed önünde de-sonunda da bir Peygamberdir. Bu ayrımı bilerek konuşmak gerekir.Kutsal olan Peygamberlik makamı ile hiç bir kutsallığı olmayan siyaset veya devlet kurumunu bir tutmak veya birbirinin mütemmim cüz'ü gibi göstermek, özünde dini anlayışın inhirafını da beraberinde getirir. Nitekim hilafet-imamet tartışmalarında tarihsel olarak yaşanan da budur. Müslümanlara baş olarak seçilenlerin kendilerini "Yeryüzünde Allah'ın gölgesi" gibi görmesi bu anlayışın sonucunda ortaya çıkmıştır. Hilafet kurumunun hiç bir askeri ve siyasi gücü olmayan bir dinsel kurum, halifenin de sadece o dinsel kutsallıktan gücünü almaktan öteye fonksiyonu olmayan kişi olması da tarihsel tecrübemiz açısından ibretâmizdir. Dahası, halifelerin güçlü hükümdarlar elinde bir oyuncağa dönüşen karakterleri de ayrıca hazindir. Hilafetin ayrı hükümdarlığın-sultanlığın ayrı kişilerde toplandığı sistemik yapı da hem dinen hem siyaseten sorunlu bir patolojinin ifadesidir.Hilafete karşı olanların da-savunanların da kahir ekseriyeti ne yazık ki ülkemizde işin özünden ve gerçeğinden bihaber kör bir tartışma içinde cebelleşip duruyorlar. İşin kötüsü, hepimizi de tartışmalarına kurban ediyorlar. Bu bahiste cehalete eşlik eden ideolojik fanatizm en ufak farklı bir görüşün izharına dahi izin vermiyor.Muhtemelen ne dediğimizi veya niçin dediğimizi anlamayanlar bu sözlerimizden sonra bizi de hilafete veya halifeliğe düşman olarak suçlayabilirler. Hatta bizi din dışına bile sürebilirler."Ne yani halifeliği veya hilafeti savunmaktan vaz mı geçelim" diye öfkeyle sorup böyle