Özbekistan notları -2-

Türkistan, sadece bir coğrafyanın adı değildir.

Türkistan bir vatan,bir davadır ve bir sevdadır.

Kısacası, Orta Asya olarak bilinen bölgede Türk halklarının yaşadığı coğrafyanın adıdır TÜRKİSTAN.

Çok şükür bugün Batı Türkistan, Rus hakimiyetinden Sovyet Rusya'nın dağılmasıyla kurtuldu. İnşallah en kısa zamanda Doğu Türkistan başta olmak üzere tüm 'Türkeli' azatlığına kavuşacaktır.

Maveraünnehir ise Orta Çağ'da İslam uygarlığının geliştiği Türkistan'ın içinde yer alan bölgedir.

Türklerin ana coğrafyasıdır ve biz Türkler, tarih ve ilim sahnesine oradan çıktık. Türk-İslam dünyasının büyük ilim adamları orada yetişti ve insanlığa ışık olan eserleri orada yazıldı.

Tarihin izlerini taşıyan camiler, üniversite nispetinde medreseler, ayrıca hanlar, hamamlar ile kervansaraylar gibi tarihi kültür miras, hâlâ ayakta ve hizmet vermeye devam ediyor.

Tarihin akışına yön veren Türk-İslam Medeniyetinin tohumunu orda toprağa atıldı ve o köklü medeniyetin temelleri o coğrafyada yoğurmaya başladı.

Yani Türkistan, bizim için bir Ocaktır ve bir nevi ana kucağıdır. Uzun yıllar ayrı düştük ama Türkistan, içimizde hep bir sevda olarak kaldı.

Kısacası, Türkistan denilince 'Türklerin ata yurdu', Maveraünnehir denilince İslam ilim ve tasavvuf kültürü hatırlanır.

Her ikisi birlikte zikredildiğinde ise Türk-İslam Medeniyeti akla gelir.

İşte biz Türkler, millet olarak tarihin derinliklerinden gelen hem İslam'a ve hem de insanlığın hayrına hizmetkâr olmuş bir medeniyetin sahibiyiz.

Bugün o güçlü medeniyetin izleri, Türkistan'ın Maveraünnehir bölgesindeki en önemli tarih, ilim ve kültür merkezi olan Semerkant ve Buhara ile Hive şehirlerinde mevcuttur.

Bugün coğrafî olarak olmasa bile, geldiğimiz ata yurdumuzdaki Türk Cumhuriyetleriyle siyasi, ekonomik alanlarda 'kardeş ülke' anlayışı içinde resmi ilişkiler kapsamında kurulmuş olması sevindiricidir.

Ancak, daha sevindirici olan ise 'Kızılelma'mız olan 'Turan', yani 'Türk Birliği' adına farklı ülke ancak 'aynı millet' ruhu içinde dinî ve kültürel mânâda gönül bağımızın yeniden kurmaya başlanmasıdır.

Burada yeri gelmişken, önemli bir hatırlatmayı yapmak isterim:

Tarihi fırsatlardan yararlanarak, bizi biz yapan milli ve manevi değerlerimizi yeniden ihya etme adına köklerimizle buluşma arzumuz ve girişimlerimiz asla bir ırkçılık değildir.

Zira bizim Türk-İslam medeniyeti tasavvurumuz, bir Kartal'ın iki kanatları gibidir. Yükselmek ancak o değerlerin bir arada yaşanması ve yaşatılmasıyla mümkün olacağı inancıdır.

Bugün geniş maddî kaynaklarımızı, heyecan ve moralimiz ile büyük insan potansiyelimizi idealimiz olan o medeniyetle buluşturmak için önümüzde büyük ve tarihi fırsatlar doğduğu doğrudur.

Eğer, bu tarihi fırsatlar heba edilmez ve en iyi şekilde değerlendirilebilinir ise işte o zaman 21. asrı