Marksistlerin tarihsel süreçleri neredeyse bütünüyle iktisadi saiklerle açıklamasının yüzeysel bir kopyası olarak güncel politik gelişmeleri salt ekonomi merkezli okuma alışkanlığının yol açtığı indirgemecilik, toplumda son derece yaygın ve yerleşik biçimde hayli zamandır hüküm sürüyor.
Savaş, işgal, darbe, ittifak ve ihtilafların "büyük güçlerin ekonomik çıkarları" ile izah edilmesi neredeyse reflekse dönüşmüş durumda. Dünya siyasetine, güncel politikalara ve savaşlara bakarken elimiz otomatik olarak ekonomik izah yöntemlerine uzanır.
Bilhassa her türlü uluslararası siyasal gelişme bu şekilde, aynı kalıba dökülerek okunur. Buradan hareketle sayısız komplo teorisi üretilir, hakikat ve kurgu birbirine karışır.
Ekseriyetle mesele her zaman petrol yatakları, doğalgaz kaynakları, enerji koridorlarıdır. Mütemadiyen emperyalistlerin asıl amacının, bilinen ya da henüz keşfetmediğimiz (veya keşfetmemize izin verilmeyen) doğal kaynakları ele geçirmek olduğu söylenir.
Trump'ın son dönemdeki nadir toprak elementleri ve kritik mineraller ile ilgili açıklamaları da bu okuma biçiminin yeniden popülerleşmesine sebep oldu.
Emperyalizmin ve kolonyalizmin doğal kaynak sömürüsüne dayandığına itiraz edecek değiliz elbette. Yakın tarih bu noktada sayısız örnekle, inkar edilemeyecek bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
Fakat sorulması gereken şöyle bir soru var: Acaba sosyal ve siyasal gelişmeleri maddi sebepleri merkeze alarak okumak doğru mu Dünya sisteminin, uluslararası ilişkilerin, ülkelerin dış politikalarının ilk muharriki, ana motivasyonu gerçekten sadece ekonomi mi
Bir ülkenin kimliksel yapısı, düşünsel iklimi, sosyolojik dokusu ve hatta seküler bir yönetime sahip olsa bile dininin merkezî etkisi çoğu zaman es geçiliyor olabilir mi
Geçtiğimiz iki yılda Gazze konusundaki konumlanmalar ve siyasal tepkiler, bu minvalde son derece çarpıcı göstergeler sundu.

4