"Avrupa'da, devlet dışı gerçek ve tüzel kişiler, nesilden nesile artan oranlarda sermaye biriktirebilirken, İslam dünyasında devlet dışı kesimler niçin sermaye biriktiremedi"
En yaygın fakat en gülünç cevap: Gazali'nin yazdığı "Tehafütü'l Felasife" (Filozofların Tutarsızlığı) kitabıyla filozofları tekfir ettiği yani örtük olarak katledilmelerini caiz gördüğü için "geri kaldık" cevabıdır.
Yorum: Gazzali'nin İslam Düşünce geleneğinde bir kilometre taşı olduğu ve kalıcı izler bıraktığı doğrudur.
Hatta yazdığı Tehafütü'l Felasife kitabından sonra, İslam coğrafyalarında, bir daha doğru dürüst bir "filozoflar zümresi ve ekolü" oluşmamıştır.
Fakat Gazali, İslami Bilimleri tahsil edebilmek için "burhan"ı yani "mantık bilimini" yani "nedensellik düşüncesini" yani dolaylı olarak felsefi düşünceyi bilmeyi şart koştu.
Sonuçta Gazali Felsefeyi, Kelamcılar üzerinden ve "burhan" kavramı bağlamında, İslami düşüncesinin kılcal damarlarına kadar yayan bir etki oluşturdu.
Gazali sonrası dönemde, bir alimin, tabir yerindeyse "adam sayılması" için "Tehafüt" benzeri bir eleştiri kitabı yazması veya eleştirel gözle İbn Sina'nın El İşarat ve Tenbihat kitabını veya benzerini şerh etmesi beklenirdi.
Felsefe bilmeden İbn Sina düşüncesi anlaşılabilir mi
Kişi eleştireceği konuyu kapsayan ve aşan bir birikime sahip değilse; eleştirirken komik duruma düşmez mi
Özetle söylemek gerekirse, Osmanlı'nın "batı tipi bir gelişmişlik evrimi" arayışına girmemesi, Gazali etkisine, felsefeye, medreselerdeki müfredata veya dini düşüncenin herhangi bir çeşidine indirgenemez.
Çünkü Müslümanlar, 18. Yüzyıla kadar "Avrupa benzeri bir gelişmişlik arayışına girmek" gibi bir zorunlulukla karşı karşıya kalmadılar.
Dinleri, kültürleri, tarihleri, ekonomileri, yöntemleri ve diğer bütün müktesebatları ile Müslümanlar bin yıl boyunca mutmain bir özgüven içinde yaşadılar.
Aslında başlıktaki "Osmanlı ve İslam Dünyası niçin başaramadı" sorusu "tuzak bir soru"dur; doğru soru: "Müslümanlar niçin Avrupalıların evrildikleri süreçler benzeri bir evrilme yaşamadılar" sorusudur.
Doğru sorunun doğru cevabı: Devlet dışı gerçek ve tüzel kişilerin "Sermaye Birikimi" yapmasını engelleyen olgular, süreçler ve kurallar yüzünden.
Peki verdiğim sermaye birikimi "oluşmaması" cevabının doğru olmasının delili nedir
Soru: Akkuyu Nükleer Santralini niçin Ruslar yapıyor
Cevap: Paramız (yeterli sermaye birikimimiz) olmadığı için.
Çip, batarya, led, optik, akıllı ekran üretmeyen bir ülkenin, gelişmiş bir ülke olamayacağını bilmiyor muyuz
Cevap: Biliyoruz.
Peki niçin bu fabrikalara sahip değiliz
Cevap: Paramız (yeterli sermaye birikimimiz) yok.
Türk Toplumu bu yatırımların yapılması için hükümeti; hükümet de bu tesislere sahip olmak için sanayicileri motive etmiyor; hükümet ve sanayiciler lakayt olunca finansal kuruluşlar da kısa vadeli işlerine bakıyor.
Osmanlı'ya ve "Sermaye Biriktirememe" konusuna geri dönelim.
Immanuel Kant "Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası" sözüyle "evrenin fizik kurallarıyla ve insanın ahlak yasalarıyla" bilinebileceğini ima eder.
Ben bu söze "kasada birikmiş sermaye" sözünü eklemek isterim.
Sermaye de, ahlak ve fizik yasaları benzeri kendine has bazı özyasalar içerir: Hukuki güvence, sürekli büyüme, kayıtsız şartsız serbest dolaşım, yasalarla kayırılma, pazarlara sahip olma ve daima kayıtsız şartsız korunma.
İşte Avrupalılar, en vahşi canavardan daha vahşi bu "birikmiş özel sermaye canavarını" kasalara doldurup asırlarca büyütmeye çalışırken; İslam dünyası, böyle bir evrimi yaşamak zorunda kalmadı.
Not: Gelecek yazıda Avrupa'daki sermaye birikiminin kökenlerini anlatmaya çalışacağım.
İslam toplumlarının en son ve en gelişkin devleti Osmanlı Devleti, "mevcut siyasi ve sosyal düzenini korumak" için devlet dışı kesimlerin sermaye birikimi yapmasını "tercih etmeyen uygulamalar" geliştirmişti.
Nasıl
Örneklerle ilerleyelim:
Bir sermaye ürünü olarak Toprak Mülkiyeti Örneği:
a) Tuna'dan Fırat'a kadar bütün Osmanlı Toprakları Miri Arazi'ydi, basitçe söylersek devlete ait araziydi.
b) Bir tarım imparatorluğu olan Osmanlı'da kişiden bağımsız bir toprak mülkiyeti yoktu.
c) Bu toprakların mülkiyeti kişilere ve ailelere ait değildi ve miras yoluyla devredilmiyordu; bunun yerine bu araziler üzerine, şarta bağlı kullanım şekli olan "zilyetlik" (elde bulundurma) veya "intifa" (yararlanma) hakları tesis edilebiliyordu.
d) Ailelere toprağın verimine veya bölgesine göre 120 ila 240 dönüm arası arazi tahsis ediliyordu.
e) Daha fazla toprağı işleyebileceğini iddia edip ilave toprak talep eden ailelerin bu talebi red ediliyordu.
f) Tahsis edilen toprak miktarı artırılmadan, verimliliği artırmak için ilave işçi çalıştırmak isteyen ailelerin de talebi kabul edilmiyordu.
g) Aileler, ellerinde şartlı (zilliyet veya intifa) olarak tuttukları bu arazileri teminat gösterip kredi de alamıyorlardı; doğrusu, kredi verecek bir kurum da yoktu.
h) Eldeki toprakları iade edip şehre veya başka bir bölgeye göç etmeye veya sektör değişimine sıcak bakılmıyordu; iç göç yasak veya şarta ve onaya tabiydi.
i) Bu araziler çocuklara otomatik olarak miras kalamıyordu çünkü Osmanlı Hukuku'nda "çıplak mülkiyet" diye bir olgu yoktu.
Nakit Sermaye Birikimi örneği:
a) Şehirde dileyen dilediği işi yapamıyordu. Bir şehirde kaç fırın, kaç kasap, kaç demirci, kaç dokumacı olacağına devlet karar veriyordu.
b) Şehirdeki her esnaf, bir tür mesleki örgüt olan loncalara üye olmak zorundaydı ve bütün loncalar devlet denetimi altındaydı.
c) Esnafın fiyat serbestisi yoktu. Devlet gerekli gördüğünde her ürüne narh (en üst fiyat belirleme yetkisi) uygulardı.
d) Devlet her tür azami ticari kâr oranını da tespit ve kontrol ediyordu.
e) Rekabet etmek devlet tarafından bastırılıyordu.
Mesela, bir şehirde üç demirci varsa bir dördüncüsüne izin verilmiyordu.
Bir diğer örnek: Şehre çırçırlama, eğirme ve dokuma amacıyla gelen beş ton pamuk en yüksek fiyatı verene değil, işkolundaki esnaflar arasında kapasiteye göre adaletli olarak paylaştırılıyordu.
Pamuğun ve dokunmuş mamul malların satış fiyatını da lonca veya kamu görevlileri belirlerdi.
f) Üretilen ürünlerin başka şehirlere gönderilmesi prensip olarak yasaktı veya vergiye tabiydi.
g) İthalat, bolluk demek olduğu için serbest ve düşük gümrük vergisine tabiydi (Örnek: %3); ihracat genel olarak yasaktı ve alınan gümrük vergileri yüksek olurdu. (Örnek: %12)
Velhasıl Osmanlı Devletinde bırakın sermaye biriktirip bir sonraki nesle aktarmayı; özel kesim için, hayat boyu zenginleşmek bile mümkün değildi.
Üstelik engeller bu kadarla sınırlı değildi.
Sermaye birikimini engelleyen diğer bazı hususlar.
a) Mirasın bölünmesi.*
b) Müsadere: Sadrazamlar dahil kamu görevlileri vefat edince; biriktirdikleri servetin tamamı hazine tarafından müsadere edilir ve geriye kalan aile fertlerine mütevazı gelir getiren bir servet bırakılırdı.

23