Dünyada bağımsız tek bir Türk devletinin kalmadığını ve Türklerin yaşadıkları her ülkede "azınlık" olarak yaşadığını düşünün.
Bugün için imkansız gibi görünen böyle bir sonucun yaşanmasına aslında ramak kalmıştı.
Bunu Bolşevik Devrimini yapan Lenin ve arkadaşları önledi.
Lenin, İtilaf Devletleriyle ittifakını sonlandırarak Rusya'yı birinci dünya savaşından çekmiş ve Türkiye'nin doğu sınırlarını güvenli hale getirmişti.
Daha sonra eski müttefiklerini emperyalistlikle suçlamış ve Türkiye'ye para, silah ve Lozan görüşmeleri sırasında da diplomatik destek vermiştir.
Lenin'in etkisinde kalan Yunanistan solcuları da zamanla Türkiye'nin işgaline karşı çıkmıştır.
Lenin ve arkadaşlarının bu eşsiz destekleri, neredeyse hiç kimse tarafından tam olarak takdir edilmemiştir; hatta tam tersi söylemler geliştirilmiştir.
Acaba Sovyetler Birliği, Çarlık Rusyasının işgal ettiği Türkiye dışındaki Türklerle nasıl bir ilişki geliştirmişti
ANTİEMPERYALİST SOVYETLER BİRLİĞİ
Bolşevik İhtilalinden önce Çarlık Rusya'sının diğer emperyalistlerden bir farkı yoktu.
İstila ettiği topraklardaki halkların liderlerini kendi başkentine görürür ve Rus üst kültürü içinde asimile ederdi.
Kiliselerin de diğer dinlere mensup halkları Hıristiyanlaştırmasını (Ortodoks mezhebi olması kaydıyla) desteklerdi. (Örnek: Kazan Tatarlarının bir kolu olan İdil Tatar boylarından Kreşin Türklerinin Ortodokslaştırılması.)
Bolşevik Devriminden önce, 19. yüzyılda kabaca "dört medeniyet seviyesi" olduğu düşünülürdü.
Bu teorilere göre, Zenciler, Eskimolar, Kızılderililer, Aborjinler en alt seviye "vahşi halklar"dı; "göçebe halklar", mesela Kazak ve Kırgızlar ikinci; belirgin vasfı tarımla uğraşmak olan toplumlar yani "Avrupalılar hariç geriye kalan bütün toplumlar" da üçüncü grup geri kalmış ve medenileştirilmesi gereken halklardı.
Elbette bu "medenileştirme sorumluluğu" (dileyen bunu "sömürgeleştirme fırsatı" olarak da okuyabilir), medenileşmiş Avrupa Milletlerinin göreviydi.
Edward Said, bir başyapıt olan Oryantalizm adlı kitabında "Medenileşmiş Avrupa Milletlerinin" sömürecekleri toplumların önce dilini, hukukunu, örfünü, etnografisini, sanatını, kültürünü keşfetmeye çalıştıklarını; sonra da bu bilgiler ışığında bu halkların sahip oldukları bütün kültür ve sanat eserlerini yağmaladıklarını ve en sonunda da, bu halkların ekonomik kaynaklarına el koyduklarını ayrıntılarıyla anlatır.
Çarlık Rusyası döneminde de Orta ve Doğu Asya toplumlarına yönelik Oryantalist çalışmalar yapılmıştır.
Emperyalistlerin bu çarkını yani sömürgeleştirme süreçlerini, Lenin ve arkadaşları Bolşevik devrimi sayesinde "tersine" çevirdi.
Bolşevikler, Rusya Çarlığı coğrafyasında özel mülke konu olan bütün mal varlıklarına el koyduktan sonra zenginleri, soyluları, ağaları, beyleri, aristokları, yüksek bürokratları, din adamlarını ve her ne sebepten olursa olsun toplum içinde eşit olmayan ve olmak istemeyen herkesi kurşuna dizdiler, sürgün ettiler veya hapsettiler.
"Mülkiyetten, soydan, boydan, dinden, tarihten, kültürden gelen her türlü imtiyaz ve ayrıcalığın" kökünü kurutmaya çalıştılar.
Yüksek kültür sahibi "Uygar Rusları" okuma yazma oranı %5 civarında olan göçebe halklarla her bakımdan eşitlediler.
Sovyetler Birliği, Oryantalizmin örtük amaçlarını tersine çevirdi: Tarih, din, dil, hukuk, antropoloji, sosyoloji, arkeoloji, sanat tarihi vs gibi alanlarda çalışanlar bu defa, gerçek anlamda geri bıraktırılmış orta ve doğu Asya halklarının yardımına koştular.
Her ulusun tarihini araştırıldı ve yeni tarih kitapları yazıldı, dilbilimciler onlar için alfabe geliştirdi, etnograflar kökenleri hakkında araştırmalar yaptı, yaşadıkları bölgelerde arkeolojik kazılar yapıldı, vs.
Okullaşma hızla arttı.
Göçebeler dahil okur yazarlık oranları hızla %100'lere yaklaştı. (Örnek 1939 yılında Kazakistanda 40 yaş altında okuma yazma bilenlerin oranı %90'ı geçmişti. 1911'de %11)
Her halka kendi cumhuriyetini kurma hakkı verdiler; şu, ya da bu sebeple Cumhuriyet olamayacak kadar küçük topluluklara da otonom bölge kurma ayrıcalığı tanındı.
Şehirleşme ve sanayileşme faaliyetleri hız kazandı.
Her başkentte filarmoni orkestraları, müzeler, tiyatro salonları, sergi alanları, ve sinema salonları açıldı.
Amaç Çarlık Rusyası döneminde adeta tarih dışı bir hayat yaşayan göçebe ve ziraat toplumlarını, Çarlık Rusyası dahil mevcut Avrupa uygarlığının ötesine eşit haklara sahip, sosyalist bir halk olarak taşımaktı.
Bütün bu yapılanları, Sovyetler Birliği Politbüro'sunun onayı ve desteğiyle bölgesel liderler yönetti ve geliştirdi.
Devrimi yapan bolşevik kadrolar enternasyonal dünya görüşüne sahiptiler; "ulusçuluğa ve ulusalcılığa" özde karşıydılar fakat halkların sosyalist bir dünyaya ancak bir ulus olarak katılabileceklerine inandıkları için öncelikle "KORENİZATSİYA" denilen bir yerelleşme ve "uluslaşma" çalışmalarına destek verdiler.
Bu "korenizatsiya" denilen uluslaşma çalışmaları o kadar ileri gitti ki bazı şehirlerde Moskova'dan Rusça sorulan sorulara, Rusça cevap verebilecek kamu personeli bulmak zorlaşmıştı.
Zorlaşmıştı çünkü bu süreçte Rusya'ya adeta bir iç emperyalist, Rusça'ya da bu iç emperyalist düşman ülkenin lisanı muamelesi yapılıyordu.
Fakat.
Bütün güzel şeylerin mutlaka bir sonu oluyor.
Lenin'den sonra Sovyetlerin başına Stalin geçti ve neredeyse her şey alt üst oldu veya ivme kaybetti.
Stalin bütün rakiplerini ortadan kaldırdıktan sonra kendi merkezileştirme programını devreye soktu.
Realist Stalin, ikinci dünya savaşının yaklaşmakta olduğunu ve Sovyetlerin bu savaşa yeterince hazır olmadığını görüyordu.
Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Rusların (Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Rusyalılar) ve Rusçanın bu kadar pasifize edilmesini gerçekçi bulmuyordu.
Ortak bir lisan, ortak bir duygu (ortodoksluk) ve güçlü bir savaş sanayi olmadan savaşın kazanılmasını mümkün görmüyordu.
Fakat "korenizatsiya" sayesinde "millet olmanın tadını alan mahalli aydınlar" sahip oldukları haklardan vazgeçmek istemiyorlardı.
Seslerini yükselttiler.
Stalin'in şakası yoktu.
"Mutlak iktidarına karşı bir sorun" olarak gördüğü