Popülizm: Siyasetçinin vaadi, seçmenin alkışı

2026 yılına girerken Türkiye'de kamuoyunun en çok konuştuğu iki başlıktan biri asgari ücret artışı, diğeri ise emeklilerin durumudur.

Bu iki başlık çoğu zaman yan yana anılsa da, emekliler meselesi yalnızca güncel bir geçim tartışması değildir; çok daha derin, tarihsel ve yapısal bir soruna işaret etmektedir.

Türkiye'de emeklilik tartışmaları çoğu zaman bilinçli biçimde yanlış bir zeminde yürütülüyor. "Emekli sayısı arttı", "sistem yük taşıyamıyor" deniliyor; fakat kimse şu temel soruyla yüzleşmek istemiyor: Bu tablo kimlerin talebiyle, kimlerin alkışıyla ortaya çıktı

Sorun emekliler değildir. Sorun, emekliliğin yaklaşık kırk yıl boyunca kısa vadeli çıkar beklentileriyle şekillenmiş bir siyasal popülizm alanına dönüştürülmüş olmasıdır.

Bu noktaya bir günde gelinmedi. İsim isim, yıl yıl, karar karar inşa edilen bir süreçten söz ediyoruz.

Demirel dönemi…

1992 yılında Süleyman Demirel hükümeti tarafından çıkarılan 3774 sayılı Kanun, Türkiye sosyal güvenlik tarihinin en kritik kırılma noktalarından biridir. Bu düzenleme ile emeklilikte yaş şartı fiilen kaldırılmış, prim gününü dolduran herkes yaşına bakılmaksızın emekli edilebilir hâle gelmiştir.

O gün bu karar "çalışanın hakkı" olarak sunulmuş, ancak kimse şu soruları sormamıştır: Bu insanlar kaç yıl maaş alacak Bu yükü kim taşıyacak Bu sistem 20–30 yıl sonra ayakta kalabilecek mi

1990'lar…

1990'ların başında Türkiye'de ortalama yaşam süresi yaklaşık 67 yıl iken, emeklilik yaşı 38–43 bandına kadar düşmüştür. İnsanlar ömürlerinin yarısından azını çalışarak, yarısından fazlasını emekli olarak geçirecek şekilde sisteme dâhil edilmiştir. Bu, sosyal devletin bilinçli bir refah tercihi değil; seçmen beklentisiyle siyasetin kesiştiği açık bir popülizm kararıdır.

Tansu Çiller döneminde bu yapısal sorun artık herkes tarafından bilinmesine rağmen düzeltilmemiştir. Kamu maliyesi ağır baskı altındayken, sosyal güvenlik açıkları bilinçli biçimde ötelenmiş; erken emekliliğe dokunmanın siyasi maliyeti göze alınmamıştır. Bedel, gelecek kuşaklara bırakılmıştır.

Mesut Yılmaz döneminde ise sorun artık inkâr edilemez hâle gelmiştir. Devletin kendi raporları sistemin sürdürülemez olduğunu ortaya koymasına rağmen, koalisyon dengeleri ve toplumsal tepkiler nedeniyle köklü bir adım atılamamıştır. Böylece popülizm bu kez açık vaatlerle değil, bilinçli bir suskunlukla devam etmiştir.

En nihayetinde 2023 yılında EYT düzenlemesiyle, geçmişte atılan adımlarla paralel bir çizgide popülist zincirin yeni bir halkası eklenmiştir.

Bu noktada tarihsel adaleti korumak gerekir. EYT meselesi 2019 yerel seçimleri sürecinde gündeme geldiğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu talebe açıkça "evet" dememiş, erken emekliliğin sosyal güvenlik sistemi üzerinde yaratacağı tahribata dikkat çekmiştir.

2019 seçim sonuçlarının ardından artan toplumsal baskı ve muhalefetin iktidara geldiklerinde EYT'yi derhal çıkaracaklarına dair açık vaatleri, süreci hızla bir seçim rekabetine dönüştürmüştür. Kılı kılına yürüyen başkanlık mücadelesi içinde bu baskı belirleyici hâle gelmiş; sonuçta EYT, teknik gerekçelerden ziyade toplumun kısa vadeli çıkar beklentilerinin siyasal popülizmle kesiştiği bir noktada hayata geçirilmiştir.