Sitcom tadında bilimkurgu

Fransız sinemacı Jean-Pierre Jeunet, Marc Caro ile birlikte yönettiği 'Şarküteri' (Delicatessen 1991) ve 'Kayıp Çocuklar Şehri' (La cite des enfants perdus 1995) sayesinde 1990'lı yıllarda tüm dünyadaki 'sinemaseverlerin radarı'na giren bir isimdi. Caro'dan ayrı olarak çektiği 'Alien: Resurrection'ın (1997) ardından özellikle 'Amelie' (2001) ile kariyerinin en büyük başarılarından birini kazandı. Ne var ki, aradan geçen yıllarda yaptığı az sayıda uzun sinema filmiyle 'duraklama dönemi'ne girdi. 'Bigbug' da ne yazık ki bu dönemi kapatan bir film değil. Öte yandan, kendine göre tuhaf ve özgün bir enerjisi olduğu söylenebilir. Dahası, insan yapay zekâ ilişkilerini ele alan filmler arasında, artıları ve eksileriyle kendine bir yer bulacağı kesin. Hikâye, 2045 yılında üst orta sınıf bir banliyö evinde geçiyor. İlk bakışta tek mekân filmi gibi görünüyor; ama televizyon yayını üzerinden sık sık dış dünyaya açılıyoruz. Karakterler biraz klostrofobi yaşasa da seyirciler açısından ferah, renkli, aydınlık ve eğlenceli bir film 'Bigbug'. Ayrıca televizyon görüntüleri dışında şık banliyö semtini ve ötesindeki metropol siluetini hava çekimleri sayesinde sık sık yukarıdan görüyoruz. Olayların tek mekânda geçmesinin nedeni, evi yöneten yapay zekâların içerdekilerin güvenliği gerekçesiyle kapıyı kilitleyip çıkışı engellemeleri. Çünkü dışarda, hepsi birbirine benzeyen Yonyx adı verilen robotlar, Terminatör serisinde Skynet'in yaptığı gibi ülkenin yönetimini ele geçirme sürecini başlatmış durumdalar. Darbenin başladığı saatte evde 7 insan, 4 robot bulunuyor. Film ilerledikçe iki robot daha dahil oluyor hikâyeye. Ama ilk başta içerde sadece ev sahibi Alice Barelli (Elsa Zylberstein) ve onun iki misafiri var. Biri Alice ile flört eden Max (Stephane De Groodt); diğeri onun ergen oğlu Leo (Helie Thonnat) Bir süre sonra Alice'in eski eşi Victor (Youssef Hajdi) ile genç sevgilisi Jennifer (Claire Chust) geliyor eve. Yanlarında Alice ve Victor'un evlatlık kızları Nina (Marysol Fertard) var. Zaten niyetleri ergen Nina'yı bırakıp çıkmak. Son olarak, yalnız komşu Françoise (Isabelle Nanty) giriyor içeri ve kapı kilitleniyor. Filmdeki robotlar, kötüler ve iyiler olarak ikiye ayrılıyorlar. Yönetimi ele geçirmek isteyen kötü Yonyx'ler, tarihi çok eskilere giden 'makine ve yapay zekâ korkusu'nu temsil ediyorlar. Demokrasiye ve özgür düşünceye düşmanlar. İşlerine gelmeyen düşünceleri dillendiren herkesi terörist ilan etmeye hazırlar. Niyetleri sadece insanları yönetmek değil. Onlara her anlamda üstünlük kurmak. Açılış sahnesinde seyrettiğimiz televizyon şovunda olduğu gibi insanları kendi mülkiyetlerinde, istediklerini yaptırabilecekleri alt sınıf canlılar olarak görüyorlar. İnsan hayvan ilişkisini model alan bir Yonyx insan ilişkisi kurmak istedikleri kesin Filmde nedenlerine pek girilmiyor ama insanlara eziyet etmekten hoşlanıyorlar. 'Bigbug'ı benzer filmlerden ayıran özelliklerinden biri robotların sevgi, nefret gibi duyguları... Amerikan ekolünde robotlar genellikle rasyonel nedenlerden ötürü harekete geçerler. Burada ise hükmetme zevki ağır basıyor. Hikâyeyi şekillendirmelerine rağmen Yonyx'lerin filmin artıları arasında yer aldığını söylemem mümkün değil. 'Bütün Yonyx'leri tek başına canlandıran François Levantal'ın grotesk oyunculuğu sayesinde belki akılda kalıcılar ama 'insan düşmanı kötü robot' klişesine ne yazık ki yeni hiçbir şey eklemiyorlar. 'Bigbug' kötülerden ziyade iyi robotlarıyla öne çıkan bir film. Sözgelimi, evde temizlik yemek dahil her işi çekip çeviren Monique (Claude Perron), insanlaşma özlemiyle dolu bir robot. Başta sahibi Alice olmak üzere insanları ve duyguları dikkatle gözlemliyor; onlardan insan olmayı öğrenmeye çalışıyor. Monique filmin en ilgiye değer karakterlerinden biri. Ev halkının uzun süre kullanmadan bir köşede unuttuğu, 'sanayi mahallesinden toplama' izlenimi veren, Andre Dussollier'nin seslendirdiği ev yapımı yapay zekâ Einstein'ın insan olma arzusu yok belki ama o da insanlara hizmet etmede sınır tanımıyor. Sadece sesini duyduğumuz Nestor dahil evdeki tüm robot ve yapay zekâların kanaat önderi konumunda Einstein 'Onları korumamız için evde tutmamız şart ama sözümüzü dinlemeleri için de önce bizi sevmeleri gerek' diyor. İşte bu yüzden, Nina'nın çok sevdiği oyuncak dahil evdeki tüm robotların gizli gündemi, kendilerini insanlara sevdirmek. Bunun için de insanlaşmaları gerektiğini düşünüyorlar. Hikâyenin en eğlenceli ve ilgiye değer damarı da galiba buradan gelişiyor Jeunet ve yıllardır bütün senaryolarını beraber yazdığı Guillaume Laurant, insan yapay zekâ ilişkileri deyince akla ilk gelen birçok konuyu ele alıyorlar. Cinsellik de bunlardan biri Özellikle Françoise'ın aşk robotu Greg'in (Alban Lenoir) hikâyeye girmesiyle yapay zekâların 'tek kişilik hayat'lara başka bir boyut getirebileceğinin altı çiziliyor. Françoise'ın klonlanmış köpeği ve robotunun filmin mizahına çok şey kattığını