'İlgi Manyağı' ilgiyi hak ediyor

Son yıllarda İskandinav ülkelerinden kayda değer filmler peş peşe geliyor. İsveçli Ruben Östlund'un son 5 yılda 2 Altın Palmiye ile taçlanan serüveni veya İzlandalı yönetmenlerin sessiz yükselişi bir yana, Norveç sinemasından da dikkat çekici filmler seyrediyoruz. Geçtiğimiz yıl Norveç filmi 'Dünyanın En Kötü İnsanı'nın (Verdens verste menneske), Oscar yarışına girmiş iddialı filmlerin arasından adeta cımbızla seçilip özgün senaryo dalında ödüle aday gösterilmesi, çok şaşırtıcı değildi. Daha önce benzerine pek rastlamadığımız gerçekten orijinal bir hikâye vardı ortada. Norveçli Kristoffer Borgli'nin yazıp yönettiği 'İlgi Manyağı' (Syk Pike Sick of Myself) için de durum pek farklı değil. Aslına bakarsanız, çocukluktan itibaren hepimiz için çok tanıdık olan bir insanlık halinden yola çıkıyor Borgli Yakın çevremizde ve hatta kendimizde dahi gözlemleyebileceğimiz psikolojik bir durumdan, 'ilgi merkezi olmanın dayanılmaz cazibesi'nden söz ediyorum. Kontrol edilebildiği, ölçüsü kaçırılmadığı ve yalana başvurulmadığı sürece kuşkusuz sorun olmayacak bir davranış bu Peki, ya ölçüsü kaçarsa ve 'ne pahasına olursa olsun ilgi merkezi olmak', bir insanın hayattaki yegâne amacı haline gelirse Üstelik, başkalarının ilgisini çekmek için elinizde bedeninizden ve sağlığınızdan başka hiçbir şeyiniz yoksa Borgli, işte tam da böyle birinin hikâyesini anlatıyor. Kafede çalışan Signe (Kristine Kujath Thorp), sanatçı sevgilisi Thomas'ın (Eirik Sther) gölgesinde kalan genç bir kadındır. Mobilya mağazalarından yürüttüğü eşyaları yeniden şekillendirerek sanat eserine çeviren ve sergiler açan Thomas ise sanat çevrelerinde giderek yükselmektedir. Restoranda geçen açılış sahnesi, Thomas'ın baskın kişiliğini yansıtır. Signe'nin doğum günü kutlaması, bir anda Thomas'ın şovuna dönüşür. Thomas elindeki pahalı şarap şişesiyle restorandan kaçıp giderken peşinden koşan garson, caddede sigara içen Signe'yi görmeden yanından geçip gider. Signe adına şanslı bir an olduğunu düşünür; hatta Thomas'ın sorumsuz davranışına şaşırırız. Ama film ilerledikçe, orada yaşananların ilişkilerinin genel halini yansıttığını, Thomas'ın sürekli rol çaldığını ve Signe'nin 'görünmezlik'ten hoşnut olmadığını anlarız. Filmin ilk sahnelerinde Signe, Thomas'a oranla sakin, hatta daha olgun biri gibi durur. Kafede çalışırken başına gelen olay sırasında yaşadığı şoka rağmen kanlar içindeki kadına yardım etmesi de gözümüzdeki değerini artırır. Ama Signe'yi yakın çevresinde ilgi odağı haline getiren bu olayın, geri dönüşsüz bir çılgınlığı tetiklediğini çok sonra anlarız. Çünkü Signe, ilgi merkezi olmanın tadını bir kez almıştır artık. Thomas'ın sanat çevresinden arkadaşlarıyla katıldığı kalabalık yemek masasında bırakın ilgi çekmeyi, çevresindekilerle muhabbet bile kuramayan Signe, garsonun 'Alerjisi olan var mı' sorusunun ardından gelen anlık suskunluğu değerlendirmekten alıkoyamaz kendini. Fıstığa alerjisi olduğunu söyler ve tüm masanın dikkatini üstüne toplar. Böylece yalanlar dünyasına adım atar. Yiyecek alerjisi konusunda aşırı dikkatli garsonun yüksek sorumluluk duygusu nedeniyle yemek, tatsız bir noktaya varır. Artık sofradaki tek konu, 'dikkatsiz davranan' Signe'nin sağlığıdır. Bizim için bir komedi sahnesidir bu... Söylediği yalan nedeniyle yeterince zor duruma düşen Signe'nin, olaydan ders çıkaracağını düşünürüz önce. Ama kısa sürede bize zorluk olarak gelen her şeyin ona keyif verdiğini ve ne yaşarsa yaşasın ilgi merkezi olmaktan zevk aldığını anlarız. Çünkü sofrada 'Thomas'tan sahne çalmayı ve başrole geçmeyi' başarmıştır ya, belli ki gerisi çok önemli değildir. Nerdeyse madde bağımlılığına benzer bir sürecin içindedir ve 'başrolde kalması' için çok daha kalıcı bir soruna ihtiyacı vardır. Bir süre sonra hikâye bizim için komedi veya kara komedi olmaktan çıkar; rahatsız edici, hatta dehşet verici bir sürece dönüşür. Signe, sınır tanımaz bir çılgınlığa doğru sürüklenir. Olayların bir noktasında her şeyden ders çıkarmasını, iç aydınlanma yaşamasını, en azından pişman olmasını dileriz içten içe Ama hayır, Signe hep daha fazlasını ister. Üstelik ne kendi içinde ne dışında onu aklıselime çağıracak bir güç çıkar karşısına. Benim için hikâyenin en orijinal yanı, Signe'in yaşadığı bu 'engelsizlik' galiba. Çünkü onu kurtarabilecek kimse yok. Tek umudumuz olan sağduyusunun nereye kaybolduğunu ise bilmiyoruz. Sadece daha fazlasını isteyen saplantısı ve kendisi var. Günümüz dünyasında bizim için çok yabancı bir durum değil bu Signe'nin çılgınlığında tek sorun, bir insanın kendi bedenine zarar verme özgürlüğünün geldiği nokta değil. Eminim, Kristoffer Borgli de senaryoyu yazarken bedenini malzeme olarak gören bazı çağdaş sanatçıları aklına getirmiştir. Signe'nin burada bedeni üzerinden Thomas'ın enstalasyonlarıyla rekabete girdiği kesin. Çünkü onun için, sadece ilgi görmek değil, Thomas'dan daha fazla ilgi görmek önemli. Filmin tuhaf ve komik sahnelerinden birinde Signe, Thomas'ın şefkat göstermesinden etkilenip tahrik oluyor ve 'Nasıl olduğumu bir daha sorsana' diyerek onunla sevişmek istiyor. O an, iyi bir ilişkileri olsa, Thomas'ın sevgisi tatmin edici olsa, Signe'nin belki o kadar uç noktalara gitmeyeceğini hissediyoruz. Fıstık alerjisi sahnesinde masada oturanların Signe'yi Thomas'ın kız kardeşi sandıklarını unutmamak gerek. Bunda onların dikkatsizliği kadar arkadaşlarıyla olan her buluşmasında Signe'yi unutup ilgi merkezi olmak isteyen Thomas'ın da payı var. Hastaneden dönerken Thomas'ın, otobüsteki bir kadının onlara bakması üzerine Signe'ye