Bu soru, yalnızca güncel bir bölgesel gerilimi değil, Orta Doğu'da şekillenen daha geniş bir jeopolitik arayışı gösteriyor. İsrail'in Doğu Akdeniz'den Kızıldeniz'e uzanan hamleleri, enerji güvenliği, ticaret yolları ve deniz hâkimiyeti üzerinden okunduğunda, parçalı değil bütünlüklü bir stratejik çerçeveye işaret ediyor. Geçtiğimiz yıllarda küresel ölçekte dikkat çeken EastMed ve IMEC gibi projeler her ne kadar gerçekçi görünmese de masada duruyor. Son dönemde artan askeri ve diplomatik hareketlilik, bu hattın tesadüfi adımlarla değil, uzun vadeli bir yönelimle şekillendiğini düşündürüyor.
Bu yönelimin ilk durağı Doğu Akdeniz oldu. Leviathan ve Tamar gibi doğalgaz sahaları, İsrail'i enerji ithalatçısı bir ülkeden bölgesel bir enerji aktörüne dönüştürdü. Bu dönüşüm, yalnızca ekonomik bir kazanım üretmedi; aynı zamanda Avrupa'nın enerji çeşitlendirme arayışında İsrail'i dikkate alınması gereken bir unsur haline getirdi. Enerji, bu noktada dış politikada manevra alanı açan bir kaldıraç işlevi gördü.
Akdeniz'den Kızıldeniz'e uzanan hatta ise daha çok ticaret ve lojistik boyut öne çıkıyor. Coğrafya bilmeyenlerin gözünden kaçan bir nokta Eilat limanı. Bu limandan Kızıldeniz'e açılan İsrail, Hayfa ve Aşdod limanlarıyla Akdeniz'e bağlanarak alternatif taşımacılık koridorlarını gündemde tutuyor. Zaman zaman tartışılan kanal ve demiryolu projeleri, Süveyş Kanalı'na doğrudan rakip olmaktan ziyade, küresel ticarette İsrail'i stratejik konuma getirecek bir arayışın varlığını gösteriyor.
Yukardaki tablonun diplomatik zemini ise İbrahim Anlaşmaları ile genişledi. Körfez ülkeleriyle kurulan normalleşme adımları, İsrail'in bölgesel yalnızlığını azaltırken, Doğu Akdeniz'den Hint Okyanusu'na uzanan daha geniş bir ekonomik ve lojistik ağ fikrini güçlendirdi. İsrail bu süreçte, çevresinde oluşan baskıyı azaltmayı değil, bu baskıyı dengeleyen bir kuşak oluşturmayı hedefledi. Gazze süreci her ne kadar enerji ve ticaret koridorlarını tartışmalı hale getirse de Şarm-el Şeyh sonrası takvimin yeniden işleyeceğini öngörüyorduk.
Bu tablo aynı zamanda güvenlik boyutunu da içeriyor. İsrail donanmasının modernizasyonu, deniz enerji altyapısının korunması ve Kızıldeniz hattındaki gelişmeler, bu ticari ve enerji merkezli hattın askeri olarak da güvence altına alınmak istendiğini gösteriyor. Ancak bu güvenlik mimarisinin, bölgedeki çatışma dinamiklerinden bağımsız işlemesi mümkün görünmüyor.
Nitekim Gazze savaşı, Lübnan sınırındaki gerilim ve Kızıldeniz'deki saldırılar, bu hattın ne kadar kırılgan olduğunu da ortaya koyuyor. Enerji sahaları ve ticaret koridorları, yalnızca teknik ve askeri önlemlerle değil, bölgesel istikrarla ayakta kalabiliyor. Aksi durumda kurulan her yeni hat, yeni bir kırılma alanı da üretebiliyor.
Bu denklemde Türkiye boyutu ayrı bir yerde duruyor. Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanları, Suriye sahasındaki karşıt pozisyonlar ve Afrika Boynuzu'nda Ankara'nın artan varlığı, İsrail'in çizdiği hattın Türkiye ile temas ettiği noktaları çoğaltıyor. Türkiye'nin enerji, güvenlik ve ticaret yolları konusundaki ağırlığı, bu tür bölgesel mimarilerin Ankara'yı tamamen dışlayarak sürdürülebilir hale gelmesini zorlaştırıyor.

2