Sabahın köründe işe gitmek

Soğuk, karanlık ve uykunun hâlâ tatlı tatlı çağırdığı bir vakit... Saat sabahın 05:45'i. Dünya henüz uyanmamış, ama insan türünün bir kısmı mevcut şartlar gereği uyanmak zorunda.

Kamera, evin içindeki karanlıktan başlıyor. Bir figür yavaşça doğruluyor. Gözleri yarı kapalı, beynin %70'i hâlâ uykuda. Yatak odasından salona kadar olan yol, adeta Amazon yağmur ormanlarının tehlikeli patikaları gibi zorlu. Yol üzerinde çorap, telefon ve dün akşamdan kalma çay bardağı... Mutfağa varıldığında, ilk hayatta kalma aracı hazırlanır: Kahve. Sıcak, koyu ve umuda dair son kırıntıları içinde taşıyan bir sıvı. Bu olmadan işe gitmek, çöllerde susuz yürümeye benzer.

Dışarı adım atıldığında, doğa şartları devreye girer. Kış aylarında soğuk, kemiklere işler; yaz aylarında ise garip bir şekilde hava hâlâ serin ama insanın üstüne çöken "neden ben" duygusu ağırdır.

Otobüs durağına yürüyen insanlar, birbirine bakmaz. Aralarındaki sessiz anlaşma açıktır: "Konuşursak uykumuz açılır, yapma." Otobüs geldiğinde, herkes aynı vahşi içgüdüyle en boş koltuğu kapmaya çalışır.

Başaranlar şanslı azınlıktır, geri kalan ayakta geçen 40 dakikalık yolculukta otobüs direğine tutunan şehir orangutanlarına dönüşür. Ve ofise varış... Günün ilk ışıklarıyla beraber, içgüdüsel bir sessizlik hâlâ devam eder. Kahve makinelerinin önünde sıraya girilir. Bu, modern insanın sabah ritüelinin doruk noktasıdır.

Çünkü herkes bilir: Kahve içilmeden yapılan toplantılar, doğal afetlerden bile daha yıkıcı olabilir. İşte sabahın köründe işe gitmek, tamamen beden ve ruhun birlikte verdiği bir mücadeledir. Kimi zaman soğukla, kimi zaman uykusuzlukla, çoğu zaman ise hayatla. İnsan, adapte olur. Ama hiçbir zaman "alışmaz."

BUNU BİLİYOR MUYDUN

Peru'da bazı bölgelerde lamalar, düğün törenlerinin neredeyse onursal davetlisi gibidir. Özellikle And Dağları'ndaki köylerde, bu sevimli hayvanlar renkli ponponlar, işlemeli örtüler ve çiçeklerle süslenir. Ardından gelinle damadın önünde ağır adımlarla yürüyerek kortejin başını çekerler.