İstanbul'u anlatıyorum gözlerim kapalı
Trafik, trafik değil; bir yaşam biçimi.
3 km'lik mesafeye çıkmadan önce dua eden insan gördüm.
Martılar...
Bu kuşlar evrimsel olarak simitçilere bağımlı. Bazısı seninle göz göze gelip "yarısını bırak lan" bakışı atıyor.
İstanbul'da adres tarifleri şöyledir:
"Mavi camlı binayı geçince sağda değil, onun karşısındaki dönercinin yanındaki apartman."
"Anadolu Yakası mı Avrupa Yakası mı" Sanki Hogwarts mı Gryffindor mu seçiyorsun. Biri asla öbürüne geçmez. Geçeni de sorgular.
Toplu taşıma, bireysel temas sporudur.
"Kimin kolu kimin cebinde" sorusu sadece minibüste değil, metroda da geçerli.
Minibüs şoförü:
Multiverse'in hakimi.
Hem vites değiştiriyor, hem para üstü veriyor, hem telefonla konuşuyor. Bir yandan da Adana'ya iniyor sanki.
Taksiciyle yolculuk:
Trafikten daha gerilimli bir yolculuk.
"Abi oradan gitsek daha kısa." "Yok, ben içgüdüyle sürüyorum."
İstanbul'da insanlar sabah uyanınca 3 şey kontrol eder:
Hava durumu, trafik yoğunluğu ve psikolojik dayanıklılık puanı.
Simitle çay, Boğaz'ın resmi sponsorudur.
Ama Boğaz'da çay 40 TL, simit 25.
Boğaz manzarası: fahiş.
Yolda yürürken karşılaştığın her şey olabilir:
Düğün konvoyu, çekim yapan YouTuber, ayı oynatan amca, kafasına saksı düşen teyze...
"İstanbul'da yaşanmaz ama bir o kadar da vazgeçilmez." Tıpkı çiğköfte gibi: Acı ama güzel.
İstanbul'da yağmur yağınca trafik tıkanmaz, hayat durur.
Bir damla yağmur: "Ablacım sen bugün çıkma."
İstanbul'da su sesi bile ulaşım gürültüsüne karışır.
Boğaz dalgaları, motor sesiyle dubstep yapıyor.
Her semtin karakteri var:
Kadıköy: "Ben farklıyım." Beşiktaş: "Maç var mı" Nişantaşı: "Ben kahvemi içtim, siz fakirsiniz." Esenyurt: "Burada her şey mümkün, inan bana."
Sokak köpekleri belediyede çalışıyor gibi.
Her mahallenin muhtarı gibi davranıyorlar.
"Buradan girme kardeşim, parkta çekim var."