Rusya'nın 24 Şubat 2022'de Ukrayna'ya karşı başlattığı geniş çaplı askeri müdahale, uluslararası hukukun temel prensiplerinden biri olan devletlerin egemenliği ve toprak bütünlüğü ilkesine yönelik açık bir ihlal niteliği taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Şartı'nın 2/4. maddesi, kuvvet kullanma yasağını kesin biçimde düzenlemiş; sadece meşru müdafaa ve BM Güvenlik Konseyi kararları ile kuvvet kullanımına cevaz verilmiştir. Rusya'nın "özel askeri operasyon" olarak nitelendirdiği bu saldırı, hukuki bakımdan hiçbir meşruiyet zeminine sahip değildir. Ukrayna'nın kendi toprakları üzerindeki egemenlik hakkı, gerek Kırım'ın 2014'teki ilhakında gerekse Donbas bölgesine yönelik sürekli müdahalelerde ağır biçimde ihlal edilmiştir.
Son dönemde ise Rusya'nın saldırgan tutumunun yalnızca Ukrayna ile sınırlı kalmadığı, NATO üyesi ülkelerin hava sahalarına yönelen provokatif ihlallerle daha geniş bir jeopolitik risk oluşturduğu gözlemlenmektedir. Danimarka, Polonya ve Estonya hava sahalarında gerçekleşen bu ihlaller, uluslararası hukukun en temel ilkelerinden biri olan devletlerin hava sahası üzerindeki mutlak egemenlik hakkını ihlal etmektedir. 1944 tarihli Şikago Sözleşmesi uyarınca her devletin hava sahası üzerinde tam yetkisi bulunmakta olup, izinsiz askeri uçuşlar açık bir uluslararası hukuk ihlali anlamına gelmektedir.
KOLEKTİF SAVUNMADAN DİPLOMATİK KINAMAYA
Bu noktada dikkat çekici olan husus, NATO'nun verdiği tepkinin yalnızca "kınama" düzeyinde kalmasıdır. Kuzey Atlantik Antlaşması'nın 5. maddesi, bir müttefik devletin topraklarına veya güvenliğine yönelen saldırının tüm ittifaka yapılmış sayılacağını açıkça düzenler. Elbette her hava sahası ihlali doğrudan 5. maddeyi tetikleyici bir "silahlı saldırı" kategorisine girmeyebilir. Ancak, Rusya'nın bu tür ihlalleri sistematik ve caydırıcılığı test eder mahiyette sürdürmesi, NATO'nun sessizliğiyle birleştiğinde ciddi bir güven aşınmasına yol açmaktadır. İttifakın caydırıcılık mekanizmasının özü, yalnızca askeri kapasitede değil, aynı zamanda siyasi iradenin güçlü ve yekpare biçimde sergilenmesinde yatar. Bu iradenin zayıf tezahürü, yalnızca Rusya'ya cesaret vermekle kalmayıp, müttefik devletlerin kamuoylarında da hayal kırıklığı yaratmaktadır.
Bugün gelinen noktada NATO, "savunma örgütü" kimliğinin gereklerini yerine getirmekte tereddütlü bir görüntü sergilemektedir. Kimi analizler, ittifakın doğrudan Rusya ile çatışma riskini minimize etmeye çalıştığını vurgulasa da, bu temkinli yaklaşım uzun vadede caydırıcılığı zedeleyen bir etki doğurmaktadır. Müttefik ülkeler, özellikle Baltık devletleri ve Polonya, Rusya'nın agresif tutumuna karşı daha somut güvence beklerken, yalnızca diplomatik kınamalarla yetinilmesi, örgütün tarihsel iddiasını aşındırmaktadır.