Gazze'de yaşanan insanlık dramı, uluslararası toplumun vicdanını derinden sarsmaktadır. Sivillerin en temel ihtiyaçlarından mahrum bırakıldığı bir ortamda, farklı devletlerden ve toplumların gönüllü girişimlerinden oluşan bir deniz filosu, barışçıl bir inisiyatif üstlenerek insani yardım ulaştırma kararlılığı göstermektedir. Bu girişim, yalnızca bir yardım hareketi değil, aynı zamanda uluslararası hukukun ve insanlığın ortak değerlerinin somut bir tezahürüdür. Ancak İsrail'in açık denizlerde bu filoya müdahale etmesi, hem hukuken hem de ahlaken kabul edilemez bir durumdur.
Uluslararası hukuk, özellikle Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), açık denizlerde seyrüsefer serbestisini en temel ilke olarak düzenlemiştir. Açık deniz, hiçbir devletin egemenliği altında bulunmamakta ve bütün devletlere eşit ölçüde açık olmaktadır. İsrail'in açık denizde sivillere yönelik müdahaleleri, doğrudan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) hükümlerine aykırıdır. Özellikle Madde 87, bütün devletlerin açık denizlerde seyrüsefer özgürlüğüne sahip olduğunu belirtirken; Madde 89, hiçbir devletin açık denizler üzerinde egemenlik iddiasında bulunamayacağını vurgulamaktadır. Ayrıca Madde 90, her devletin gemilerinin açık denizlerde serbestçe seyretme hakkını garanti altına alır.
Gazze Filosu: Hukukun ve Vicdanın Çağrısı
BM Şartı'nın 2/4. maddesi, devletlere kuvvet kullanma veya tehdidini yasaklamaktadır. Dolayısıyla İsrail'in uluslararası sularda yardım filosuna yönelik müdahalesi hem deniz hukuku hem de Birleşmiş Milletler Şartı'nın temel hükümlerini ihlal etmektedir. Buna ek olarak, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve özellikle IV. Cenevre Sözleşmesi'nin 23. maddesi, sivillere yönelik insani yardımın engellenmesini yasaklamaktadır. Bu nedenle İsrail'in söz konusu müdahaleleri, yalnızca deniz hukukunun değil, aynı zamanda insancıl hukukun ağır ihlalleri olarak nitelendirilmektedir.
İsrail'in bu müdahaleleri, yalnızca deniz hukuku bağlamında değil, aynı zamanda uluslararası insancıl hukuk açısından da ciddi ihlaller teşkil etmektedir. Zira Gazze'ye insani yardım ulaştırmayı amaçlayan bir filo, "askeri hedef" statüsünde olmayıp doğrudan sivillere yardım girişimidir. Bu noktada İsrail'in eylemleri, sivillere yönelik kolektif cezalandırma politikalarının deniz boyutuna taşınması anlamına gelmektedir.
İslam Dünyasının Tarihe Müdahil Olma Vakti
Burada uluslararası toplumun, özellikle de İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) sorumluluğu son derece önemlidir. İİT, yalnızca İslam dünyasının değil, küresel barış ve istikrarın da önemli aktörlerinden biridir. İİT'nin hukuki zeminde oluşturabileceği bir barış gücü, yalnızca İslam ülkelerinin değil, uluslararası toplumun da ortak menfaatine hizmet edecektir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51. maddesi meşru müdafaa hakkını, 52. ve 53. maddeleri ise bölgesel örgütlerin barışı koruma girişimlerini açıkça tanımaktadır. Dolayısıyla İİT'nin, üye devletlerin rızası ve koordinasyonu ile bir "deniz barış gücü" kurması, hukuken mümkün ve meşru bir adımdır.
Böylesi bir barış gücü, uluslararası sularda seyrüsefer serbestisini teminat altına almakla kalmayacak, aynı zamanda sivillerin insani yardıma ulaşmasını güvenceye alacaktır. Ayrıca bu girişim, uluslararası hukukta "kolektif meşru müdafaa" ve "insani müdahale" kavramlarının pratik bir tezahürü olarak da değerlendirilebilir. İsrail'in sürekli ihlal ettiği hukuki normlara karşı, yalnızca kınama kararları değil, fiili caydırıcılık sağlayacak bir mekanizma oluşturulmalıdır.