Batı'nın terör çelişkisi: İlkesizlik mi, stratejik körlük mü

Terör örgütleriyle mücadele, sadece askeri bir mesele değil; aynı zamanda ahlaki tutarlılık, stratejik akıl ve uluslararası hukukla uyum testidir. Türkiye, sınır güvenliğini, iç barışı ve bölgesel istikrarı doğrudan tehdit eden tüm terör örgütlerine karşı kararlı bir irade ortaya koymuş; sahada, istihbaratta ve diplomasi masasında eş zamanlı mücadele yürütmüştür. Son dönemde gerçekleştirilen operasyonlar, bu iradenin sürekliliğini ve etkinliğini bir kez daha göstermiştir. Buna karşın Batı dünyasında hâlâ çarpık bir algı dolaşıma sokulmakta; DEAŞ'la mücadelenin SDG üzerinden yürütüldüğü iddia edilmektedir. Bu iddia, sahadaki gerçeklerle olduğu kadar tarihsel tecrübeyle de çelişmektedir.

Tarih bize şunu öğretir: Terörle mücadelede "araçsal müttefiklik" kısa vadede pratik, uzun vadede yıkıcı sonuçlar doğurur. Soğuk Savaş'tan bu yana, devlet dışı silahlı aktörlerin geçici hedefler uğruna meşrulaştırılması, istikrarsızlık üretmiş ve yeni tehditler doğurmuştur.

TERÖRLE MÜCADELEDE İLKE Mİ, ÇIKAR MI

Suriye bağlamında SDG'ye atfedilen rol de bu çerçevede değerlendirilmelidir. SDG, uluslararası alanda "DEAŞ'la mücadele" etiketiyle sunulsa da, yapısal olarak bir terör örgütü niteliği taşımakta; yerel toplumsal dokuyu tahrip eden, etnik gerilimleri besleyen ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü zedeleyen bir pozisyonda durmaktadır. Bu gerçek görmezden gelindiğinde, mücadele samimiyetini yitirir.

Teorik düzlemde terörle mücadele, "meşru güç tekeli" ilkesine dayanır. Devlet dışı silahlı yapıların meşrulaştırılması, bu ilkeyi aşındırır ve şiddeti kalıcılaştırır. ABD ve bazı Batılı ülkelerin Suriye'de izlediği politika, tam da bu aşınmayı derinleştirmektedir. DEAŞ'la mücadelede başarı iddiası, başka bir terör yapılanmasının korunması pahasına inşa ediliyorsa, bu bir başarı değil, stratejik bir çelişkidir. Zira terör, biçim değiştirir; bir örgüt gerilerken diğeri güçleniyorsa, sorunun kaynağıyla yüzleşilmemiş demektir.

Türkiye'nin terörle mücadelede ortaya koyduğu yaklaşımı ise rasyonel ve samimi bir noktadadır. Ankara, DEAŞ'la mücadeleyi seçici değil, ilkesel bir zeminde ele almış; terörün her türüne karşı aynı mesafede durmuştur. Sınır ötesi operasyonlardan istihbarat paylaşımına, radikalleşmeyle mücadeleden insani yardımlara kadar çok boyutlu bir strateji izlenmiştir. Bu strateji, yalnızca güvenlik üretmemiş; aynı zamanda yerel halkın korunmasını, göç baskısının azaltılmasını ve siyasi çözümün önünü açmayı hedeflemiştir.