ABD'nin hegemonyasını sürdürme stratejisi ve Rusya'nın "yeniden yükselişine" açılan alan

Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistemin tek kutuplu bir yapıya evrildiği konusunda geniş bir literatür mevcuttur. Charles Krauthammer'ın 1990'da dile getirdiği unipolar moment kavramsallaştırması, ABD'nin askeri, ekonomik ve ideolojik açıdan rakipsiz bir küresel güç olarak konumlandığı yaklaşık otuz yıllık dönemi açıklamakta hâlen yol göstericidir. Bu dönemde ABD, hem Waltz'ın öngördüğü yapısal realizmin mantığına uygun biçimde sistemde kendi konumunu korumaya çalışmış, hem de Ikenberry'nin liberal hegemonya yaklaşımında ifade edildiği üzere uluslararası kurumlar üzerinden düzen kurma kapasitesini genişletmiştir. Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Çin'in ekonomik ve teknolojik yükselişi, ABD hegemonyasının sürdürülebilirliğini zorlayan temel bir faktör olarak öne çıkmıştır.

Bu çerçevede, ABD'nin karşısında beliren stratejik ikilem, Graham Allison'un "Tukidides Tuzağı" kavramıyla da açıklanabilir: Yükselen bir güç olarak Çin ile hâkim güç olarak ABD'nin yapısal çatışma eğilimine girmesi, Washington'u küresel stratejisini yeniden kurgulamaya zorlamıştır.

HEGEMONUN RAKİP İNŞASI

Çin'in ekonomik büyüklüğü, küresel tedarik zincirlerine entegrasyonu ve teknolojik yenilik kapasitesi, ABD açısından yalnızca bir bölgesel meydan okuma değil, küresel bir sistemik tehdit niteliği taşımaya başlamıştır. Bu bağlamda ABD dış politika yapıcıları, hegemonik istikrarı sürdürmenin maliyetinin arttığını görmüş ve sistemde Çin'in yükselişini dengeleyebilmek için yeni stratejik seçeneklere yönelmiştir.

Burada öne çıkan yaklaşım, ABD'nin karşısına "daha yönetilebilir" bir rakip koyma stratejisidir. Realist literatürde, özellikle Mearsheimer'ın saldırgan realizm anlayışında ifade edildiği üzere, büyük güçler rakiplerinin kapasitelerini kontrol edebilmek ve güç dağılımını kendi lehlerine yönlendirmek için sistemin diğer aktörlerini şekillendirebilir.

JEOPOLİTİK SAHNENİN YENİDEN TASARLANMASI

Bu bağlamda Rusya'nın yeniden görünür kılınması ve askeri kapasitesinin olduğundan daha etkili bir bölgesel tehdit olarak sunulması, ABD açısından Çin'i ana rakip olmaktan uzaklaştırma değil, fakat Çin-ABD rekabetinin küreselleşmesini geciktirme stratejisinin bir uzantısı olarak değerlendirilebilir.

Rusya'nın Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşadığı ekonomik ve siyasi çöküşe rağmen askeri kapasitesini koruyabilmiş olması, ABD'nin bu "yönetilebilir rakip" stratejisini mümkün kılmıştır. ABD'nin Rusya'yı tamamen dışlama ya da çökertme yönünde değil, onun bölgesel agresif davranışlarına belli ölçüde alan açarak uluslararası gündemde Çin'i ikinci plana itecek bir kriz ortamı yaratması, rasyonel bir hegemonya sürdürme hamlesi olarak yorumlanmalıdır. Bu dinamik, hem NATO'nun gerekliliğini yeniden meşrulaştırmakta hem de ABD'nin Avrupa'daki liderliğini tahkim etmektedir.