Üniversiteye yatay, CHP'ye dikey geçiş...

Hikayesi nerden baksan dökülüyor. Erdoğan'la kıyaslamak bile başlıbaşına kurnazlık, sahtekarlık.

Denkliği olmamasına rağmen Girne Üniversitesi'nden istanbul Üniversitesi'ne geçiş yapmış. Diploması var, denkliği yok. İstanbul Üniversitesi açık bir sahteciliğe, adam kayırmacılığa imza atmış. Diplomanın geçerliliği yok. Parayla, rüşvetle, siyasi torpille elde edilen bir diploma ve tahsil.

Ekrem İmamoğlu baba işi müteahhitlikten STV'nin spor yorumculuğuna, oradan da CHP'ye belediye başkanı olarak basbayağı dikey bir geçiş yapmış. Kılıçdaroğlu'nun kulağına fısıldadıkları isim olarak İBB'ye kadar gelmiş. O dönem Kemal Kılıçdaroğlu'nun kulağının kenarında duranların ise bugün ya FETÖ'den firari ya da hapiste olduklarını hatırlatmaya gerek yok sanırım.

Yargılandığı davaları Erdoğan'a benzetmesi ise tam bir yavuz hırsız hikayesi. Adam Ziya Gökalp'in şiirini okuduğu için belediye başkanlığından alınıp hapse atıldı. Hapishaneden çıktığında Refah Partisi-Fazilet Partisi kurultayını İBB bütçesiyle satın almadı.

Hikayeler birbirinden farklı da değil sadece; Erdoğan'ın yürüyüşü mazlum bir adamın hikayesi, İmamoğlu'nun ise sahteciliğin, kurnazlığın, hançerlerin havada uçuştuğu yozlaşmış Sin City hikayesi.

Bu hikayede Erdoğan'ınki bir mağduriyet yok; aksine, bir elinde para, diğer elinde hançer olan yozlaşmış bir siyasi polisiye hikayesi var.

İmamoğlu, yargıya, bürokrasiye sataşıp kendisini karakolluk yaparak bir mağduriyet hikayesi üretmek istiyor. Bütün bu gürültü patırtının sebebi bu.

Gerçek şu ki mazlumların arkasında TÜSİAD olmaz, millet olur. İstanbul sermayesinin (Siyonizm'in palazlandırdıkları) içinde olduğu bir hikayede millet yoktur, olamaz.