Siyasette de inişler çıkışlar olur, tıpkı insanların hayatı gibi. Her soruna çözüm üretebilmek elbette zordur. Bazen akıl yetmez, bazen koşullar müsaade etmez. İnsanlar gibi siyasetçiler de imkanları zorlamayı sever; bazen bunu hayatı akla uydurabilmek için yapar, bazen de sorunların çözümünde kolay yolun dışına çıkmak zor olduğu için. "Kolay" olan yol genelde sorunları ötelemeye yarar, çözmeye değil.
Terör örgütü PKK, bölücülük ve siyasi ayrılıkçılık konularına bakışta da insanlar gibi siyasetçiler de "sihirli" yolu bulmanın peşinde gitmeyi tercih ediyor.
Denenmiş, sınanmış bir gerçek var karşımızda; terör örgütü PKK, ABD ve İsrail'in maşası olarak Ortadoğu'nun kalbinde ikinci bir İsrail devleti kurmak amacıyla tasarlanmış bir makine. Dört ülkeden koparılacak parçalarla Ortadoğu'nun siyasi ve coğrafi haritası değiştirilmek isteniyor. ABD'nin başında Obama, Clinton, Trump ya da kim olursa olsun fark etmez; ABD'ye egemen küresel Siyonist gücün bu ajandası kolay kolay değişmez. Netanyahu gidip yerine kim gelirse gelsin İsrail'in kurulduğu günün ertesinde oluşturduğu bu Ortadoğu stratejisi rafa kalkmaz.
"Büyük ve güçlü Türkiye" gerçeğinin dışında hiçbir şey bu planın ilerlemesini durduramaz. O zaman Türkiye'nin bu konuda de en az ABD-İsrail ajandası kadar vazgeçilmez, sağlam, geri adım atmayacağı bir ajandasının olması gerekiyor.
Doğrudur; bu gerçeği az çok herkes görüp kavrıyor. Fakat yine de kalıcı bir strateji geliştirme yerine, kararsızlıktan kaynaklanan hatalar ve terör örgütüne arada bir can simidi atmaya benzeyen adımlar çözümü daha da zora sokuyor. İsrail neyse terör örgütü PKK da -hem Türkiye için hem bölge için- odur. Bu gerçek ortada apaçık dururken devletin daha kesin, tutarlı ve kalıcı bir stratejiyi izlemesi gerekmez mi