"İsrail koordinasyonu" nereye kadar uzanıyor

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Suriye devriminin birinci yılında Şam'a yaptığı ziyaretin ana gündemi SDG ve 10 Mart mutabakatıydı.

Bakan Fidan'ın açıklamaları, SDG'nin mutabakata neden ayak direttiğini açık biçimde ortaya koydu. Suriyeli mevkidaşı Şeybani'ye göre bu isteksizliğin arkasında İsrail vardı. Fidan ise meseleyi netleştirdi:

SDG, bazı faaliyetlerini İsrail'le koordinasyon içinde yürütüyor ve bu durum Şam'la yürütülen süreci kilitliyor.

Bu sözler, diplomatik bir temenniden değil, sahaya dayalı somut bilgilerden süzülmüş bir tespitti.

Bugün Şam yönetiminin önünde iki temel dosya bulunuyor: Güneyde İsrail'in işgalci ve yayılmacı politikaları, kuzeyde ise SDG ile varılan 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi. Bu iki başlık da bir noktada kesişiyor.

İsrail, güneydeki fiilî varlığıyla Şam'a baskı kurarken, kuzeyde SDG kartını devreye sokuyor. SDG'nin mutabakata direnmesinin temel nedenlerinden biri de bu dış destek. Oysa Ankara, açıkça ilan etti: SDG mutabakata uyar ve Suriye ordusuna entegre olursa, Türkiye açısından bir tehdit olmaktan çıkar. Buna rağmen SDG bu fırsatı elinin tersiyle itiyor. Çünkü ipler başka bir yerde tutuluyor.

Bu tablo, SDG'nin Şam'la anlaşmaktan kaçınmasının sebebinin iç dinamikler değil, dış yönlendirme olduğunu gösteriyor.

Türkiye süreci başından beri bütüncül okudu. İmralı'nın 27 Şubat'ta yaptığı fesih ve silah bırakma çağrısı, PKK'nın Irak ve Suriye uzantılarını da kapsıyordu. Bunu en açık biçimde ifade eden isim ise, İmralı'da Öcalan'la ilk görüşen Sırrı Süreyya Önder olmuştu.