Timsahın yolculuğu

Bazı logolar vardır… Onları gördüğünüz an markayı okumadan da tanırsınız.

Lacoste'un timsahı da böyle bir sembol. Polo yakanın göğsünde duran o timsah, yıllar boyunca statüyü, spor şıklığını, zamansızlığı temsil etti.

Peki ya o timsahın bir gün keçiye, sonra da Godzilla'ya dönüşebileceğini kim hayal ederdi

Küçük bir dokunuş, büyük bir mesaj

Novak Djokovic için timsahın keçiye dönüşmesi sadece eğlenceli bir sürpriz değildi. O küçük detay, "Senin tutkunu görüyorum, seni önemsiyorum" mesajını taşıyordu.

Ardından Japonya'da timsah dev bir Godzilla oldu. Yerel kültürün en ikonik canavarı markanın global sembolüyle aynı sahneyi paylaştı. Bir koleksiyonun ötesinde kültürel bir selamlaşma hâline geldi.

Lacoste'un yaptığı şey aslında çok basit görünüyor. Logoyla oynamak. Oysa işin derininde ciddi bir strateji var. Marka o küçük dokunuşlarla üç kritik hamle yapıyor.

Kitlelerin tutkularına ortak oluyor.

Tüketicinin değer verdiği sembolleri kendi kimliğine alıyor.

Duygusal bağı güçlendiriyor.

Marka kimliğinde esneklik

Çoğu marka logoya dokunmaktan korkar. Sanki o sembol bir kez değişirse bütün kimlik yıkılacak sanılır.

Oysa Lacoste bize esnekliğin kırılganlık olmadığını tam tersine güç olduğunu gösterdi.

Timsahın Godzilla'ya dönüşmesi, Lacoste'un özünü kaybetmesinden ziyade kendi hikâyesini büyütmesidir.

Bir sembolü kültürel bağlama göre dönüştürmek markayı evrensel kılar. İnsanlar markaların kendilerini anlamasını isterler. Kültürel kodlarla buluşan bir logo ürün satmanın ötesine geçerek bir değer ve aidiyet hissi satar…

Küresel olmak her yerde aynı görünmek değildir

Global markaların en büyük sınavı her ülkede aynı mı olacaksın, yoksa her ülkede farklı mı görüneceksin