Yılmaz Büyükerşen'e yapılan ayıp

En baştan söyleyeyim, ben Yılmaz Büyükerşen konusunda tarafsız bir isim değilim.

Uzun yıllardır, yani onun Eskişehir'e belediye başkanı olmasından çok önceden beri, Türkiye'de üç ismin heykelinin dikilmesi gerektiğini söylüyorum. Bu isimlerden bence birincisi, bütün aleyhinde haklı gerekçelere rağmen Prof. Dr. İhsan Doğramacı. İkincisi, artık maalesef çok az kişinin adını hatırladığı Prof. Dr. Orhan Oğuz ve sonuncusu hala aramızda olan Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen.

Bu üç ismin ortak özelliği, onların üniversite kurmuş olmaları.

İhsan Doğramacı, diyorum ya onu sevmemek için ben dahil pek çok kişinin bir sürü haklı gerekçesi var, önce Hacettepe Üniversitesi'ni kurdu; ardından Bilkent'i. Her iki üniversite de görece çok kısa zamanda Türkiye'nin gurur kaynağı uluslararası seviyede bilim kurumları haline geldi.

Orhan Oğuz, Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi'ni kurdu. Ardından geldi, İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi'ni Marmara Üniversitesi'ne dönüştürdü. Marmara Üniversitesi, onun sayesinde kısa sürede saygın bir üniversite oldu.

Eskişehir'de Orhan Oğuz'un kurduğu EİTİA'yı Yılmaz Büyükerşen aldı, Anadolu Üniversitesi adlı bir deve çevirdi. Burada ne başarıldığını görmek için sadece Yunus Emre Kampüsü'nü gezmek bile yeterli.

Başta dedim ya, Büyükerşen konusunda tarafsız değilim diye, anlatayım:

Ben 1980'lerin ikinci yarısından 90'ların ilk yıllarına kadar Eskişehir'de Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde ders verdim. Bunun için her hafta İstanbul'dan Eskişehir'e trenle gittim, geldim.

İlk gitmeye başladığım aylarda Yunus Emre Kampüsü yok gibi bir şeydi, daha doğrusu devasa bir inşaat alanıydı. Master ve doktora sınıfı öğrencilerine dersleri eski EİTİA binasında yapardık. Sanırım artık o bina yok. 6-7 yılın sonunda Eskişehir'de son kez ders vermeye gittiğimde Yunus Emre Kampüsünde artık bir konservatuvar binası da vardı, çok şık ve güzel bir konser salonu da.

Yunus Emre Kampüsü ile birlikte Eskişehir'in değişimine de tanıklık ettim. 80'li yıllarda Eskişehir yazları tozu, kışları ise çamuru ile meşhurdu. Anadolu muhafazakarlığı yüzünden öğrenciler Eskişehir'de ev bulamıyordu. En büyük sorunlardan biri buydu.

Yılmaz Büyükerşen her yıl YÖK'le pazarlıkta elini arttırıyor, üniversiteye giriş için gereken puanları kademe kademe arttırıyordu. Çünkü üniversitesi giderek daha iyi ve daha iyi akademisyenlerin çalıştığı iyi bir üniversiteye dönüşüyordu. Anadolu Üniversitesi giderek daha seçkin, daha seçkin öğrencileri kendine çeker oldukça, Eskişehir'in değişimi de ona paralel gidiyordu.

Yani işin merkezinde ham bir hayal değil, dünya çapında bir üniversite yaratma arzusu vardı.

Üniversitenin kalitesi adım adım arttıkça öğrenci kalitesi ve gelen öğrencinin şehri dönüştürme kapasitesi de artıyordu.

Anadolu Üniversitesi ve onun dönüştürdüğü Eskişehir öyle iyi bir örnek yarattı ki, bugün Ak Parti iktidarı Türkiye'nin dört bir yanında onu tekrar etmeye çalışıyor. Her şehre kurulan üniversiteler, belki eğitim kalitesi olarak henüz çok gerilerdeler, hatta bir hayli kötüler ama bu halleriyle bile şehirlerin ekonomisine ve modernleşmesine ciddi katkı sunuyorlar.