Uzun bir aradan sonra yeniden faiz cenneti olmaya doğru

Siyasetçilerin yaptığı veya yapmamayı tercih ettiği şeylerin bir toplumun tamamının geleceğine etki etmesinin çarpıcı bir örneğini yaşıyoruz. Hazine ve Maliye Bakanlığı, önceki gün iki ayrı iç borçlanma ihalesine çıktı. İhalelerden birinde 2 yıllık tahvil sattı, diğerinde ise 10 yıllık. Piyasa bu tahvillerden 2 yıllık olanı için Hazine'ye yüzde 42,18'le borç verdi. Eğer enflasyon gelecek yıl sahiden yüzde 36, bir sonraki yıl ise daha da düşük olacaksa, müthiş bir faiz bu. Hazine, oldukça uzun bir aradan sonra ilk kez pozitif faiz verdi denebilir. (Bu, sizin devlete ve siyasete ne kadar güveneceğinizle ilgili, az sonra anlatacağım.)

Ama esas büyük faiz, 10 yıllık tahvilde ortaya çıktı: Yüzde 31,98. Eğer enflasyon 2026 yılında yüzde 8,5'a düşecek, izleyen yıllarda da hep yüzde 10'un altında kalacaksa, Hazine bu kağıdı alanlara enflasyonu yüzde 20'den daha fazla aşan miktarda faizi en azından 7 yıl boyunca verecek demektir.

(Burada da yine Tayyip Erdoğan'ın enflasyonu düşüreceğine inanıyorsanız bu pozitif faizi alacaksınız.)

Üstelik aslında bu daha başlangıç. Hazine, 1,5 trilyonu aşan bütçe açıklarını bir biçimde finanse etmek zorunda. Gökten para yağmayacağına göre bu parayı borç alacak. Borç verenlerin faizi daha da yükseltmeleri mümkün.

Yalnız riskler var: Önümüzdeki yılın Mart ayı sonunda yerel seçim var. Bu seçimi kazanmak için iktidar partilerinin nasıl bir seçim ekonomisi uygulayacağını bilmiyoruz. 5 yıl önceki yerel seçimde inanılmaz bir seçim ekonomisi uygulanmış, kamu ekonomisinin bugün yaşadığı çöküşün temelleri atılmıştı.

Bakalım bu seçimde de 'Ağanın eli tutulmaz' oyunu devam edecek mi Etmezse seçmen nasıl tepki verecek

Sadece seçim ve onun beraberinde getireceği seçim ekonomisi değil, bunlar dışında da çok sayıda bilinmeyen var. Bu bilinmeyenlerin en büyüğü, elbette Tayyip Erdoğan'ın 2018'deki ayarlarına geri dönüp dönmeyeceği.

Zaten, yazının başında söylediğim siyasetçilerin yapmayı veya yapmamaya ilişkin tercihlerinin hepimizin hayatında sonuç yaratması, tam da onun 2018'de yaptığı bir tercihle ilgili.

Bir siyasetçi olarak Tayyip Erdoğan, faizin sebep enflasyonun ise sonuç olduğuna dair ekonomi teorisini uzun zamandan beri söylüyordu. Ama 2018'de ilk kez bu teorisini uygulayacak Anayasal ve idari yetkileri eline aldı, ilk iş olarak da Merkez Bankası'nın bağımsızlığını ortadan kaldırdı.

İşte temelde bu tercih bizi bugünlere, geçen yılki yüzde 85 enflasyonun ardından bu yılki yüzde 65 enflasyona getirdi. Sadece enflasyon da değil; Erdoğan'ın Merkez Bankası'nın bağımsızlığını yok etme ve düşük faize yönelme tercihi bizi öyle akıl dışı bir ekonomi yönetimine getirdi ki, Merkez Bankası rezervleri eksi 70 milyar dolarlara kadar geriledi. Evet, uzun zamandan beri borcu varlıklarından daha fazla olan bir Merkez Bankası'na sahibiz.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi önce 2019'da uygulanan seçim ekonomisi, ardından 2020'de salgından çıkış için havaya savrulan inanılmaz miktarda paralar ve 2022'nin KKM faciasıyla 2023'ün depremi ve seçim ekonomisi, kamu maliyesinde inanılmaz bir yüke ve olağanüstü bütçe açıklarına neden oldu.

Normal şartlarda Türkiye tam anlamıyla bir 'mükemmel fırtına' şartlarında. Kasasında dövizi yok, enflasyonu ve bütçe açığı yüksek, cari açığını kapatamıyor Bunun üzerine yurt dışından spekülatif amaçla bile para gelmemesini ekleyince sahiden durum vahim. Ama Türk özel sektörünün öyle bir kriz yönetimi alışkanlığı var ki, hayat hala normalmiş gibi devam edebiliyor.

Mehmet Şimşek'in göreve gelmesiyle ekonomi yönetimine bir ölçüde 'akıl' da geri döndü. Bu dönüşün doğal sonuçlarından biri, yangın söndürme girişimleri. Biz şimdi bugünün bütçe açığı yangınını, para sahiplerine gelecekte müthiş bir havadan para kazanma fırsatı vaat ederek söndürmeye çalışıyoruz.