Türkiye'de dün ne oldu, farkında mısınız

Türkiye tam bir aydır hiç de normal olmayan günler yaşıyor. Bakmayın siz iktidarın asayiş berkemal laflarına veya başka şeylere, gerçekten olağanüstü günlerde yaşıyoruz.

Bu olağanüstülüklerin üstü ne kadar örtülmeye çalışılır, sanki onlar yokmuş gibi ne kadar yapılmak istenirse istensin, bazı şeyler kaçınılmaz biçimde insanın yüzüne vuruyor.

İşte dün öyle günlerden biriydi. Merkez Bankası'nın politika faizini arttırma kararı öyle herhangi bir günde alınmış normal, sıradan bir karar değildi.

Bu kararın ne anlama geldiğini uzun uzun yorumlamak gerekiyor. Ama bunu yorumlamak için önce 18 Mart akşamı ve 19 Mart sabahı ne olduğunu yorumlamak lazım.

18 Mart gecesinin sorusu
18 Mart akşamı Ekrem İmamoğlu'nun üniversite diploması iptal edildiğinde Türkiye'de siyaset birdenbire gerçek ötesi bir yere geçti: Cumhurbaşkanlığı seçiminin en önemli adayının yarışa girmesi engellendi.

Bu, Türkiye'de demokrasinin seviyesinin birdenbire Rusya, Beyaz Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan seviyesine gerilemesi, fiilen ortadan kaldırılması anlamına geliyordu.

O gecenin sorusu şuydu: Bundan sonra seçimler tek adaylı, sadece Tayyip Erdoğan'ın adının yazılı olduğu pusulalarla mı yapılacak, yoksa Rusya'da Putin'in kendine seçtiği rakipler gibi göstermelik başka adayların isimleri de pusulada yazacak mı

19 Mart sabahının sorusu daha beterdi
Biz o sırada bilmiyorduk ama sahiden de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi "turbun büyüğü heybede"ydi. Ertesi sabah şafak vakti 200 polis İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın resmi konutu bastı ve onu gözaltına aldı.

Bir gece öncenin sorusu birdenbire değişti, artık seçimlerin tek adaylı olup olmayacağını değil, bu ülkede yeniden seçim olup olmayacağını merak ediyordu insanlar. Türkiye'de seçimli demokrasi, savcılar ve polis eliyle sona ermiş, fiili bir tek parti rejimine geçilmişti, izlenim buydu.

Bu dediğim izlenim sadece benim veya muhalefetin izlenimi değildi. Nitekim biraz sonra para piyasaları açıldığında, izlenimin cebinde veya banka hesabında biraz birikimi olan herkesin ortak izlenimi olduğu ortaya çıktı. Halk dolar almaya yönelmişti.

Bu noktada siyasetten ekonomiye geçelim.

Doları baskıla, enflasyon düşsün politikası
Türkiye Mehmet Şimşek'in Hazine ve Maliye Bakanı olmasıyla 2023 Temmuz ayından itibaren bir enflasyonu düşürme politikası uyguluyor. Politika Nurettin Nebati'nin Haziran 2023'e kadar uyguladığı enflasyonu düşürme politikasından biraz farklı. Nebati, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın koyduğu düşük faiz şartı altında doların fiyatını baskılayarak enflasyonu düşürüyordu, bunun için de Merkez Bankası deli gibi karşılıksız para basıyor ve doların fiyatını savunmak için de olmayan dolarları satıyordu.

Mehmet Şimşek de esasen yöntem olarak doların fiyatını baskı altına alarak enflasyonu düşürüyor ama onun devrinde faiz arttırmaya izin çıktı, ürkek adımlarla faiz yüzde 50'ye kadar yükseltildi, bu sayede enflasyon ancak yüzde 40 civarına inebildi. Ardından faiz indirimleri de başlamıştı, çünkü ucuz paraya ve devletin bu politikası üzerinden savaş zengini parası kazanmaya alışan kesimlerin sabrı taşmaya başlamıştı.

Şimşek'in "program" dediği şey doların baskılanması yoluyla fiyatların baskı altına alınmasıydı ve piyasada bir inandırıcılığı vardı. Bu sayede Türk milleti portföy tercihini değiştirdi, bankalarda KKM'de veya dolar hesabında duran parasını bozdurup TL faize geçti. Şaka değil, 120 milyardan fazla dolar sattı Türk milleti Merkez Bankasına.

TL bolluğunda enflasyon da yavaş düştü
Ortada tuhaf bir durum vardı: Merkez Bankası yüzde 50 faizle piyasayı fonlayacağını söylüyordu ama piyasa çoğunlukla bankadan para falan almıyordu, çünkü bozdurulan dolarlar sayesinde zaten ortada muazzam miktarda fazla TL vardı.

Bu fazla TL'nin yeni enflasyon yaratmaması için bin bir türlü kredi yasağı uygulanıyor, nakit paranın işe yaramasını engellemek için 200 TL'den büyük kupürlü para basılmıyor, vatandaş kredi kartı veya banka havalesine zorlanıyordu.

Bu şartlar altında enflasyonun düşüşü de sınırlı oldu; daha yeni yüzde 38'e indi. Hesaba göre bu yılın sonunda yüzde 30'un altına inecekti.

Bu hassas ve çok sayıda temenniyi bir arada içeren ekonomik "program"ın temel varsayımı Türk milletinin portföy tercihinin TL'de durmaya devam edeceğiydi. Bir şey olur, milletin yatırım portföyü tercihi yeniden dolara dönerse bütün düzen çökerdi.

Şimdi yeniden 19 Mart sabahına geri dönelim.

Doların fiyatı 42 liraya fırlayınca
O sabah para piyasasında dolara öyle yüksek bir talep geldi ki, saatler 10.00'u gösterdiğinde piyasaya döviz satmakta olan kamu bankalarının o gün için yurt dışından kendilerine sağladığı döviz "line"ları tükendi.

Birdenbire dolar talebi karşılanamaz, dolar almak isteyen dolar alamaz hale gelince panik büyüdü ve doların fiyatı o sabahki 36 liradan 42 liraya fırladı.

42 lira hükümetin üstü örtülü biçimde 2025 yılı sonu için koyduğu dolar fiyatı hedefiydi ve birkaç saat içinde doların fiyatı oraya gelmişti. Ardından kamu bankaları hemen yeni "line"lar temin etti, Merkez Bankası devreye girdi ve yoğun bir dolar satışı başladı, doların fiyatı 38 liraya indirilebildi. Bir hesaba göre o ilk gün toplamda 11 milyar dolar satıldı piyasaya.

Türkler portföy değiştirmeye karar verdi
Bugün aradan 30 gün geçti. Toplam 50 milyar doları aştı satılan dolar. Bunun 6 veya 7 milyar doları yabancı yatırımcıların parasıydı, kalanı Türklerin parası. Türkler yeniden yatırım portföylerini TL'den dolara döndürdü ve korkarım döndürmeye de devam ediyorlar.

Merkez Bankası bu dönüşü durdurmaya ve 38 liralık dolar fiyatını savunmaya çalışıyor.

Kimse yüksek sesle söylemese de ben söyleyeyim: Bu ölçüde büyük bir dolar talebinin tek bir anlamı var, piyasa ciddi bir devalüasyon bekliyor, yani doların fiyatının belki 40, belki 42 lira, belki daha bile fazla olmasından endişe ediyor. O yüzden de o gün parasını korumak için TL'den dolara dönüyor.


19 Marttan 14 Nisana kadar Merkez Bankası ne gün ne kadar rezerv kaybıda uğradı Kırmızılar brüt rezerv, maviler net rezerv rakamları. (Kaynak: Turkey Data Monitor)

38 lirada kurulan Merkez Bankası siperi
Merkez Bankası bu psikolojiyi kırmak için 38 liralık dolar fiyatını savunuyor, adeta siper savaşı yapıyor ve piyasaya devalüasyon beklentisinin yanlış olduğunu, dolara dönenlerin maddi kayba uğrayacaklarını göstermeye çalışıyor.

Bu yolda bir dizi önemli ve olağanüstü adım attı Merkez Bankası. Bir kere acil kodlu bir PPK toplantısı yapıp haftalık repo ihalelerini durdurdu, gecelik borç verme faizini de yüzde 49'a yükseltip piyasayı sadece gecelik fonlayacağını söyledi.

Ardından piyasanın elindeki fazla TL'yi emmek için süper faizli (31 gün vadeli kağıtlara yıllık yüzde 60 faiz verdi) bonolar çıkardı. Bu arada vatandaşın dolar alma talebi devam ettiği için de zaten piyasadan TL topluyordu. Böylece birkaç hafta içinde piyasada TL kalmadı, bankalar ilk kez yüzde 46'lık gecelik faizle Merkez'den yeniden fon almaya başladı.

Faiz arttı ama piyasanın talebi durmadı
Ancak şaşırtıcı bir şey oldu, piyasada dolar talebi durmamıştı, TL yokluğuna ve TL faizlerin yükselmesine rağmen Türkler dolara dönmeye devam ediyordu. Yani Merkez Bankası'nın olağanüstü PPK toplantısında aldığı kararlar "kısa" kalmıştı, yetersiz faiz artışı mevcut dolara dönme eğilimini durdurmamış, devalüasyon beklentisini kıramamıştı.