Mete Atatüre'nin ödül konuşması benim beynimi nasıl açtı

Çarşamba akşamı İstanbul'da Kuruçeşme Divan'da çok önemli bir ödül töreni vardı. Türkiye'nin en prestijli bilim ödülü olan Rahmi Koç Bilim Madalyası'nın bu yılki sahibi, Cambridge Üniversitesinin efsanevi Cavendish Lab'inin yöneticisi, genç Türk bilim insanı Mete Atatüre'ye verildi.

Cambridge Üniversitesi, modern anlamıyla fizik biliminin başladığı yer. Isaac Newton burada 'Lucasian Matematik Profesörü'ydü. Bu prestijli kürsüde biliyorsunuz Stephen Hawking de oturdu.

Aynı üniversitenin bir de zamanında Yeni Zelandalı efsanevi deneysel fizikçi Ernest Rutherford tarafından yönetilmiş Cavendish Lab'i var. Burası, ödül töreni gecesinde de hatırlatıldı 30 Nobel ödülü birden çıkarmış bir deneysel fizik merkezi. Çok önemli buluşların yapıldığı bir yer.

Şimdi orayı geçen yıldan beri Türkiye'de Bilkent Üniversitesinden mezun olmuş, Boston Üniversitesi ve Zürih'te Albert Einstein'ın okulu ETH'da doktora ve doktora sonrası çalışmalar yapmış, derken Cambridge'e geçmiş bir genç deneysel fizikçi, Mete Atatüre yönetiyor.

İtiraf edeyim, elbette Mete Atatüre'yi Türkiye'deki ününden ve görünürlüğünden ötürü biliyorum, bilim okur yazarlığının artması, ülkemizde ifade özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesi gibi konularda çabalarını da beğenerek izliyorum ama bir fizikçi olarak tam neyle meşgul olduğunu bilmiyordum.

Ödül gecesi bunu öğrendim ve onun yaptığı kısacık bir konuşma sayesinde büyük bir aydınlanma da yaşadım.

Ben tabii fizikçi değilim, bu konulara amatör bir ilgim var, bilgi kaynağım ise pek ender olarak fizik makalesinin kendisi oluyor; daha çok o makalelerin popüler bir dille anlatıldığı metinler benim kaynağım.

Popüler kaynakların sözünü ettiği fizik genellikle fizik biliminin birbirine çok uzak iki ucu. Yani ya çok küçük, doğanın izin verdiği en küçük enerji demeti olan Planck Sabiti seviyesinde olan kuantum evreninden söz ediliyor; ya da çok ama çok büyük, koca evren seviyesinde meselelerin anlatıldığı astrofizikten, ona bağlı olarak Einstein'ın genel görelilik teorisinden.

Popüler fizik yazını bu iki temel alanın hakimiyetinde, bunların arasında kalan bölgeden söz eden pek az.

Buna karşılık son yıllarda yapılan önemli buluşların ve geliştirilen teknolojilerin neredeyse tamamı, bu söylediğim arada kalmış bölgenin en geniş disiplini olan 'katı hal fiziği' sayesinde yapılıyor. (Kendim için her yerde söylüyorum, yarın yeniden dünyaya gelsem fiziğin malzeme bilimi alanında çalışmak isterdim.)

Kuantum seviyesinde, yani atom altı parçacıklar seviyesinde bizim gündelik deneyimimizle anlamakta güçlük çektiğimiz, gündelik tecrübelerimize ters düşen tuhaflıklar oluyor.

Peki bu tuhaflıklar hangi noktada sona eriyor ve 'klasik fizik' kuralları işlemeye başlıyor Atomda mı, molekülde mi, bir grup atomun bir araya gelmesinde mi Sınır ne

Emin olun dünya kadar bilim insanı bu sınırı, geçiş noktasını, kuantum davranışlarının sona erip bizim gündelik tecrübemize uygun davranışların başladığı çizgiyi bulmaya çalışıyor.

Mete Atatüre belki o sınır çizgisini bulmaya uğraşmıyor ama tam da o sınır çizgisinde ve 'Yeni fizik' diye nitelenmesi gereken bir alanda çalışıyor.

Örneğin fotonların katı hal fiziğinin maddeleriyle etkileşimlerini inceliyor. Bize sunumda muhteşem bir kelebek örneği gösterdi. İnanılmaz güzel bir mor renkteydi bu kelebek ve ona o mor rengi veren ışık kırılmasının sırrı elektron seviyesinde gizliydi. Eksik bir elektron çarpan fotonun dalga boyunu kırıyor ve o rengi bizim beynimizde ortaya çıkarıyordu.

Benim, Atatüre'nin çalıştığı alanı 'Belki de yeni fizik diye nitelemek gerek' demem de buradan geliyor. Kuantumun bir üst seviyesinde bazıları doğada da olan, bazıları ise insan eliyle manipüle edilen yeni yeni durumlar, yeni yeni kristal çeşitleri, Atatüre'nin deyimiyle 'Yeni yeni parçacıklar' vardı.