Amerikan televizyonlarında ta radyo zamanlarından kalma bir gelenek var. Gece geç vakitte komedyenlerin talk-show programları başlıyor. Bunlar adı üstünde sohbet programları ve ama hep başlangıçlarda programın sahibinin bir de monologu oluyor.
Komedi, komedyenlerin stand-up adı verilen şovları binbir çeşit elbette. Komedyen de malzemesini hayatın her alanından topluyor.
Son yıllarda malzemesini siyasetten alan şovlarda ciddi bir artış var. Bu artış tesadüf değil, gelişmeye bakınca siyasetten komedi çıkartmak sadece komedyenlerin kişisel tercihi de değil.
Örneğin Jimmy Fallon veya Seth Meyers gibi siyasi rengi pek olmayan komedyenler bile ağırlıkla siyasetten söz etmeye başladılar.
Aslında Jimmy Kimmel de öyle siyasi bir kişilik değildi geçmişte ama son iki gündür bir siyasi fırtınanın ortasında. Çünkü programında, Amerika'da geçen hafta öldürülen aşırı sağcı Charlie Kirk'ten birilerine göre saygısızca söz etti diye programı yayından kaldırıldı.
Öyle durduk yerde de kaldırılmadı; Amerikan yönetimi programı yayınlanan kanalın patronu olan Disney'i de, bu programı yayınlayan yerel TV istasyonlarını da açıkça tehdit etti. Amerikan Başkanı Donald Trump da programın yayından kaldırılması sonrası sevincini gizlemedi, hatta daha ileri gidip kendisini eleştiren bütün kanalların yayın lisanslarının iptal edilmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitti.
Televizyon mecrası giderek önemini kaybetse de hala etkili olmaya devam eden bir mecra ve Türkiye'de de Amerika'da da iktidarın gözü bu mecranın üzerinde.
Kimmel'in programının yayından kaldırılması Amerika'da bekleneceği gibi hemen bir ifade özgürlüğü tartışması başlattı. Dün gece yayınlanan bütün geç vakit komedi programlarında program sunucusu komedyenler Jimmy Kimmel ile dayanışma halindeydi, bazıları bir hayli ağır sözlerle ve yayınlarda Başkan Trump'ı eleştirdi.
Aslında evet ebette konu ifade özgürlüğüyle ilgili ama esas nedeni biz Türkiye'den çok daha iyi biliyoruz: Esas mesele kültürel hegemonya savaşı.
Kapitalist dünyada medya elbette para kazanmak için var. Para kazanmak için reklam yayınlamalı ve reklam verenlerin tercih ettiği tüketim gücü görece yüksek kesimlere hitap etmeli.
Tam da bu yüzden, toplumun en altındaki kesimlerinin, reklam verenlerin hiç ilgisini çekmeyen büyük kalabalıkların medya tarafından fazla önemsenmemesi veya sadece alay konusu olarak ele alınması biraz eşyanın tabiatı gibi.
Önce ülkemizde, sonra dünyanın geri kalanında yükselen yeni popülizm ise kendisine oy deposu olarak bu medyanın görünmez kıldığı kalabalıkları hedef seçti. Dikkat edin, Tayyip Erdoğan'dan Victor Orban'a ve Donald Trump'a kadar bütün bu son 20-25 yılın popülist liderleri ülkelerindeki ana akım medyayla açıktan kavga ederek seçim kazandılar.
Ama yine eşyanın tabiatı gereği, seçim kazandıktan sonra en büyük hatalarını yaptılar, kendilerine düşmanca davranması sayesinde seçim kazandıkları o medyaları değiştirmeye giriştiler, kendilerine yandaş medya yarattılar.
Bugün Türkiye'de ölçmek çok kolay değil ama herhalde yerleşik medyanın yüzde 90'dan fazlasında hükümet eleştirisi duyamazsınız. Medya artık reklam verenlerin arzularıyla değil doğrudan iktidarın arzusuyla yayın yapıyor, para kazanmayı ikinci plana alıp esas iktidarla arasını iyi tutmaya çalışıyor, çünkü parasını iktidarla iyi ilişkileri sayesinde kazanıyor.
Reklam verenlerin yerleşik medyadan çekilmesi de, ülkemizde bu koca endüstriyi yok olma aşamasına getirdi. Bakın, koca koca TV kanalları artık eskisi kadar para kazanamadıkları için maliyetleri çok artan dizileri teker teker iptal etmeye başladı. Yakında o alıştığımız pahalı yapımların yerini çok daha ucuza maledilen başka yapımlar almaya başlayacak. Çünkü ülkemizde TV sektörü reklamsızlıktan ötürü ölüyor.