İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu kez zamanlamayı ayarladı, İstanbul Belediyesine yönelik ikinci dalga gözaltı operasyonunu cumartesi sabahı yaptı. Bu sayede operasyonun anında para ve hisse senedi piyasalarına yansımasının önüne geçildi belki ama sonuç çok değişmedi: Ülkemizde siyasi tansiyon düşmek yerine artmaya devam ediyor.
Daha tuhafı şu: Bu tansiyon artışı ülkemizi yöneten Tayyip Erdoğan iktidarının pek de umurunda gibi durmuyor. Bir türlü durmayan dolar talebi Merkez Bankası'nın neler pahasına oluşturduğu negatif devralıp pozitife çevirdiği rezervi yeniden kırmızı çizgiye yaklaştırdı. Önümüzdeki haftalarda net rezerv yeniden eksi bakiyeye geçecek olursa kimse şaşırmayacak.
Normalde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın çıkıp ülkede siyasi tansiyonu yükselten bu adli operasyonların siyasetle bir bağının olmadığını, savcılıklara talimat vermeleri gibi bir durumun bulunmadığını anlatması lazım. Yani siyasetle adli operasyonları, siyasetle ekonomik tedirginliği birbirinden ayırmaya gayret etmeli.
Ama hayır, bunu yapmıyor Cumhurbaşkanı. Tam tersine, adli operasyonlar konusunda hepimizden daha ayrıntılı bilgiye sahip olduğu, sadece bugünkü değil ileride yapılması olası operasyonları bile önceden bildiğini sürekli ima etme ihtiyacı duyuyor.
"Turbun büyüğü heybede" sözü defalarca tekrar edildi Cumhurbaşkanı'nın ağzından. Bu cümlenin ne anlama geldiğini de herkes anlıyor; herkes savcılıkların en azından Tayyip Erdoğan'ın razı olmasıyla bu operasyonları yapıp insanları gözaltına aldığını düşünüyor. Böyle düşünülmesi, belli ki Cumhurbaşkanını hiç rahatsız etmiyor, hatta belki memnun bile ediyor.
Öyle olunca da, savcılığın operasyonları kaçınılmaz biçimde siyasi operasyon olarak algılanıyor, siyasi tansiyonu yükseltmek olarak görülüyor. Erdoğan bunların gerçek yolsuzluk operasyonu olduğunu anlatmaya çalışıyor ama şu ana kadar görülen halkın ezici çoğunluğunu ikna edemediği.
Burada birkaç kez yazdım, Türkiye'de siyasi tansiyon geçen yılın Ekim ayı sonunda bir sabah ansızın savcılık emriyle geliveren polisler sayesinde yükselmeye başladı. Sanki bir düğmeye basılmış, önceden tasarlanmış bir plan adım adım uygulamaya girmişti.
Elbette böyle bir planın varlığından hiç kimse yüzde 100 emin olamaz ama 30 Ekim sabahı Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in gözaltına alınmasıyla başlayan süreç, bir mega planın varlığını ima ediyor. CHP'nin İstanbul ve ilçelerindeki belediye hakimiyeti yok edilmek, buradaki mali ve siyasi kapasite ortadan kaldırılmak isteniyor.
Nitekim Esenyurt'un ardından Beşiktaş, Beylikdüzü ve Şişli Belediye Başkanları ile Büyükşehir Belediye Başkanı da hapse atıldı. Sırada Beykoz var gibi duruyor; onu Üsküdar izlerse kimse şaşırmayacak. Şişli ve Beşiktaş gibi iki büyük kalesinde operasyona maruz kalan CHP'nin Kadıköy'de de operasyona uğraması yine kimseyi şaşırtmaz.
Bir plan sanki adım adım işliyor.
Peki bu planın, özellikle işin siyasi kısmının varacağı yer neresi Bu sorunun cevabı o planın uygulama zamanlamasında gizli olabilir.
Eğer kısa sürede seçime gidilmeyecekse, bu planın üç yıl sürmesi, üç yıl boyunca bugün yaşadığımız yüksek tansiyonun sürdürülmesi söz konusu olamaz.
İktidar, tansiyonun zaman içinde gevşeyeceğini düşünüyor olabilir. Nitekim yurt dışında öyle oldu; İtalya Başbakanı mesela tansiyon çok yüksekken Tayyip Erdoğan'a "Şimdilik gelme" dedi, gezi ertelendi, şimdi yapılıyor ama. Demek İtalyan Başbakanı Erdoğan'la fotoğraf çektirme maliyetinin düştüğüne kanaat getirdi.
Ama Türkiye'de henüz tansiyon gevşemiş değil. İşte bu sabah yine dolara piyasa talebinin devam ettiğini görüyoruz. Oysa daha iki gün önce Hazine Bakanı Mehmet Şimşek, Merkez Bankası'nın faiz artışı sayesinde TL fonlara geri dönüşün başladığını söylemişti. Onun söylediği gün Merkez Bankası 6,4 milyar dolar daha satarak doların fiyatını 38 lirada tutmaya çalıştı. Bu sabah itibarıyla yine aynı şeyi yaşıyoruz; piyasadaki dolar talebi Merkez Bankası rezervinden karşılanmaya devam ediyor.