Halka sorun bakalım, 'yerli ve milli' hukuk mu istiyor, evrensel hukuk mu

Hukuk dediğimiz şey, bir 'normlar' yani kurallar hiyerarşisi.

Bu hiyerarşinin en tepesinde insan hakları var. Hepimiz, insan olmaktan kaynaklanan temel haklara sahibiz ve bu haklar, en üstün haklar.

Anayasadan yasalara, yönetmelik ve tüzüklerden genelgelere kadar; hukukla ilgili bütün metinlerin ve uygulamaların insan hakları ile uyumlu olması zorunluğu, bu hiyerarşiden geliyor.

Bizim açımızdan bakacak olursak, 1954 yılında onayladığımız bir uluslararası antlaşma olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, temel insan haklarını belirleyen metin.

Türkiye, insan haklarına uyulup uyulmadığını belirlemek için kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türk vatandaşları için de yargı yetkisine sahip olduğunu 1990 yılında kabul etti.

Ülkemiz 33 yıldır AİHM'nin yargısal egemenliğini kabul ediyor yani. Bu konuda yaygın ve oldukça gelişmiş bir içtihat var.

AİHM sayesinde bir zamanlar çok yaygın olan işkence gibi, mülkiyet hakkı ihlali gibi insan hakları ihlallerinde de çok büyük bir ilerleme sağlandı, şikayetlerin sayısı artık eskiyle kıyaslanmayacak kadar az. Ama maalesef bazı alanlarda da ilerleme sağlanamıyor bir türlü. Örneğin adil yargılanma hakkı, yargılama süresi, tutuklu yargılama, ifade özgürlüğü gibi alanlarda sorunlarımız devam ediyor.

AİHM önünde çok sayıda dosya olması, her ülke için olduğu gibi Türkiye için de bir utanç konusu. Türkiye, 2010 yılında insan haklarını bir üst norm (kural) olarak uygulamak konusunda bir ileri adım daha attı ve kendi vatandaşlarına yargılanmaları sırasında insan haklarının ihlal edildiğini düşünmeleri halinde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru imkanı verdi.

Umulan, bu yolun açılmasının AİHM'ye Türkiye'den açılacak davaların sayısını azaltmasıydı. Nitekim öyle oldu. Vatandaşlarımız, Strasbourg'daki mahkemeye başvurmazdan önce AYM'ye başvurdular ve sonuç aldılar. AİHM de AYM'nin bu başvuruları değerlendirme biçimini onayladı, yani AYM'de 'kabul edilemez' bulunup reddedilen bir başvurunun AİHM tarafından kabul edilmesi nadiren gerçekleşti.

Fakat tabii Türkiye'nin insan haklarını kendi hukukuna dahil etmesini hep ileriye doğru giden düz bir çizgi sanmak çok yanıltıcı olur. Türkiye, özellikle 2014'ten beri ama en çok da 15 Temmuz 2016'dan beri ciddi bir gerileme yaşıyor insan hakları alanında.

Bunu da, Türkiye'den AİHM'ye giden dosyaların artan sayısından görebiliyoruz. Şu an AİHM'de Türkiye'den gelmiş 30 binden fazla dosya var. Türkiye yeniden mahkemeye en çok şikayet edilen ülkelerden biri haline geldi.

AYM'ye son 11 yılda 550 binden fazla vatandaş bireysel başvuruda bulundu. Bunlardan 425 bini karara bağlandı. Sadece geçen yıl 74 bin, bu yılın ilk 10 ayında ise 50 binden fazla bireysel başvuru kararı verdi mahkeme. Ama buna rağmen iş yükü de azalmadı. Şu an mahkemede karar bekleyen 130 binden fazla başvuru var.

Sorun, AYM'nin hızı veya yavaşlığından kaynaklanmıyor. Sorunun kökeninde 'Adli yargının en üst organı' olmakla övünen Yargıtay'ın insan haklarına uygun karar verip vermemesi ve yargılama sırasında vatandaşın temel insan haklarına saygı gösterip göstermemesi yatıyor.