Gerilim siyasetinin sonu kavga ve hüsrandır.
Siyasi kavgaların ülkeyi ne hale getirdiğini, toplumu nasıl kamplara ayırdığını uzun uzun anlatmaya gerek yok.
12 Eylül'ü hep birlikte yaşadık, öncesini bizden önceki kuşaklar yaşadılar. DP'li yıllarda, dönemi araştıranlar, ayrışmanın kahveleri, camileri hatta mezarlıkları bile ayıracak noktaya geldiğini yazarlar.
Bunun hiç kimseye faydası olmadığı gibi, ülkeye, millete ve demokrasiye çok büyük zararları olmuştur.
Herkes tarihten ders almaktan bahseder, ama kimse söylediğinin gereklerini yapmaz. Öyle olmasaydı bugün farklı bir Türkiye olabilirdi. Gerilim siyaseti toplumu ayrıştırmakla kalmıyor, partiler arasında güvensizliğe, düşmanlığa da sebep oluyor.
Zira bu tarz siyasetin sonu, herkesin herkesten şüphelenmesi, vehimlerin, hakikatin önüne geçmesidir.
Karşılıklı korku, sistemi gittikçe baskıcı bir noktaya götürür.
Tarih bize küçük eleştirilerle başlayan rekabetin, soğukkanlılığın kaybedilmesi halinde nerelere varabileceğini göstermiştir.
Siyasi eleştiri zamanla birbirinin varlığına tahammül edemez noktaya gelebilir. Bunu engellemenin yolu, tenkit ve eleştirileri yasal ve insani sınırlar içinde tutmaktır.
Yakın tarih okumalarında,
partiler arasındaki çekişmenin nerelere varabileceği rahatlıkla görülebilir. Ellili yollarda DP ile CHP arasındaki sert rekabet bir çok yerde şiddete neden olmuş, ülke zamanla ülke yönetilemez hale gelmiştir. Bunu her iki partinin mensuplarının kimi açıklamalarında takip edebilmek mümkündür.
27 mayıs arefesinde, bir milletvekili, "İnönü ölür, leşi kalır ortada" demiş bir başkası, " nasıl ABD ile Rusya'nın anlaşmasına imkan yoksa DP ile CHP'nin de anlaşmasına imkan yoktur," diyecektir. Bu kutuplaşmanın sonu felaket olmuştur.
Her vasıtayı kullanarak iktidarda kalmaya çalışmak ne kadar yanlışsa, her yol ve yöntemi kullanarak iktidarı elde etmeye çalışmak da o kadar yanlıştır.
Bugün de aynı hatalar tekrar ediliyor. İşe yargı da karıştırılarak siyasi rekabet bir savaşa çevriliyor.