ABD başkanlık seçimlerini kim kazanırsa, Türkiye nasıl etkilenir Trump mı Harris mi
ABD seçimini yapacak, 47'inci başkan ya Harris ya da Trump olacak. 78 milyondan fazla kişi oyunu erkenden kullandı. Gözler 'salıncak' eyaletlerde. Peki sonuç, Ortadoğu'yu ve Türkiye'yi nasıl etkileyecek Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu,
Harvard Üniversitesi Weatherhead Uluslararası İlişkiler Merkezi'nde Kıdemli Araştırmacı Prof. Dr. Evren Balta ve Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Programı Kurucu Direktörü Gönül Tol'a sordum.
Prof. Ali Yaycıoğlu Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi
TÜRKİYE VE ABD'DE BENZERLİKLER VARABD seçimlerine giden süreçte, ülke toplumsal ve siyasal bir kutuplaşma yaşıyor. Neden
ABD siyasetinde belirli dönemlerde oldukça derin gerilimler yaşandı. Ülke, tarih boyunca derin kutuplaşmalar ve iç çatışmalar gördü. En belirgin örnek olarak, 1861-65 yılları arasındaki kanlı iç savaşı hatırlamak gerekir. Bu savaş, iki farklı ABD vizyonunun çatışmasıydı: Güney, kölelik, ırksal ayrışma ve hiyerarşik bir toplum düzeninin devamını savunuyordu. Güney'in hayali adem-i merkeziyetçi, kırsal ve Hristiyanlığın ruhunu taşıyan bir ABD'ydi; dünyadan kopuk, beyaz ve Hristiyan bir ütopya tasavvur ediyordu. Kuzey ise ABD'nin kuruluşundaki aydınlanmacı ce cumhuriyetçi çerçeveyi daha ileriye taşıyan, federal devletin etkin olduğu, şehirli, endüstriyel ve sınıfsal değilse de ırksal eşitliği vurgulayan bir Amerika ideali peşindeydi. Bu iki görüş arasındaki çatışma, özellikle kölelik meselesi üzerinde yoğunlaşarak ABD'yi iç savaşa sürükledi. Sonunda, Kuzey'in ve Abraham Lincoln'ün zaferi ile savaştan sonra yeni bir dönem kuruldu. Özellikle 20. yüzyılın başında Teddy Roosevelt'in ve ardından Franklin Roosevelt'in güçlü, merkeziyetçi yönetimlerinde modern dönemin ABD'si şekillendi. Ancak iç savaşın etkileri aslında hiçbir zaman tamamen sona ermedi.1920'lerde Ku Klux Klan hareketi, 1948'de siyah haklarına karşı çıkan Dixiecratlar, 1950'lerde ise sola karşı Joseph McCarthy'nin temsil ettiği antikomünist güvenlik siyaseti, Lincoln-Roosevelt çizgisine yönelik tepkilerdi. Cumhuriyetçi Parti de bu hareketleri içselleştirerek bir evrim geçirdi ve Soğuk Savaş döneminde Roosevelt'in devletçiliğine karşı neoliberal ekonomiyi kurumsallaştırdı. Bu dönüşümün başlıca mimarı ise 1980'lerde Ronald Reagan oldu.
-Peki Demokrat Parti
1960'lardan sonra Rooseveltçi kalkınmacı, federalist ve endüstriyel siyaset Demokrat Parti'de sol bir ruh kazandı. Bu durum, Türkiye'de 1960'lardan sonra CHP'nin sola yönelimine benzetilebilir. Vietnam Savaşı karşıtı hareketler, sendikal hareket, kadın hareketi ve Siyah haklarını savunan mücadeleler Demokrat Parti çatısı altında birleşti. 1980'lerle birlikte, eşcinsel hakları mücadelesi de bu koalisyona katıldı. Soğuk Savaş sonrası kutuplaşma azalmış gibiydi; yeni bir sol-sağ sentezi ortaya çıktı. Sağ'ın neo-liberal ekonomi kuramı ile solun sivil hakları, kozmopolit, ırksal ve cinsiyetler arası eşitliği vurgulayan, evrenselci kültür siyaseti birleşti. Ancak bu süreçte Demokrat Parti, yavaş yavaş mavi yakalı emekçi tabanından koptu ve daha çok eğitimli ve ekonomik olarak daha iyi durumda olan kesimlerin partisi haline geldi.
-Trump'ın yükselişini, bu neoliberal senteze bir tepki olarak mı değerlendiriyorsunuz
Evet, bir yönüyle öyle. 11 Eylül 2001'deki El Kaide saldırıları sonrası ABD büyük bir toplumsal-siyasal bunalıma girdi. Soğuk Savaş'ta kurduğu hegemonya sarsıldı ve bu hegemonyayı yeniden tesis etmek için Orta Doğu'da geniş bir savaş sürecine girdi. Ancak bu savaşlar ABD'nin gücünü daha da zayıflattı. 2008 finansal krizi ile de neoliberal proje sarsıldı. ABD, büyük bir teknolojik ve ekonomik dönüşüm yaşarken, bu dönüşümden faydalanamayan büyük bir kitle oluştu. Özellikle mavi yakalı beyaz işçi sınıfı, Demokrat Parti'den uzaklaştı. Bu süreçte önce Çay Partisi, ardından Trump ve MAGA hareketi ortaya çıkarak, kozmopolitlerden ve şehirli eğitimli kesimden "Amerika'yı geri almak" isteyen tepkisel bir söylem geliştirdi. İç Savaş'ın dinamikleri tekrar canlandı diyebiliriz.
-Son yazınızda ABD ve dünyanın bir yol ayrımında olduğunu vurguluyorsunuz. Bu yol ayrımı tam olarak ne anlama geliyor
Sadece ABD değil, dünya da Trump seçilirse bir yöne, Harris seçilirse başka bir yöne doğru ilerleyecek. İki çok farklı dünya görüşü ve ajanda yarışıyor. Bu seçimle birlikte Demokrat Parti, Amerikan kurumlarına bağlı olduğunu iddia eden Cumhuriyetçi kesimleri de içine alırken, Cumhuriyetçi Parti aşırı sağcı hatta faşist grupları merkezine taşıdı. Ama tabii teknolojist Elon Musk ya da teknoloji karşıtı Robert Kennedy de Trump koalisyonuna dahil oldu. Diğer yandan farklı kesimlerde de Trump'ın demokratik bir lider olmamakla birlikte ekonomiyi daha iyi yöneteceği algısı var. Harris, Biden sonrası bu algıyı kıramadı. Ayrıca, bu seçimin çok ilginç bir cinsiyet boyutu da var. Kadınlar yüzde 60 oranında Harris'e oy verecek gibi görünüyor; erkekler ise aynı oranda Trump'a yöneliyor. Pandemi sonrası düzelmeyen ekonomi Trump'a tepki olarak ortaya çıkarken, Harris özellikle kürtaj hakkı konusunda kadınlardan büyük destek alıyor. Harris kazanırsa, bu kadınların zaferi olacak diyebiliriz. Trump'ın ırkçı dilinin yanında, kadınları aşağılayan misojini dili gerçekten çok rahatsız edici.
-Türkiye ve ABD seçimleri arasında, bu son seçimleri dikkate aldığımızda, benzerlikler var mı
Türkiye ve ABD tarihsel olarak çok farklı deneyimlere sahip olsa da bazı benzerlikler mevcut. En önemli benzerlik, iki ülkede de artık ortak bir tarih anlatısı ve gelecek tahayyülünün bulunmaması. İki ülke de köklü cumhuriyetçi geleneklere sahip, ancak cumhuriyetin en önemli koşulu olan ortak bir tarih anlatısı ve birlikte geleceğe yolculuk etme iradesi büyük bir aşınma yaşıyor. Bir diğer benzerlik ise seçim sistemine olan güvensizlik. ABD'de Cumhuriyetçiler 2020 seçimlerinin manipüle edildiğine inanıyor. Türkiye'de ise muhalefet benzer bir güvensizlik içinde. Ancak Türkiye'de muhalefetin bu konuda daha haklı gerekçeleri varken, ABD'de Trump yanlıları seçimlerin çalındığına dair net bir kanıt sunamadı. Trump kazanırsa, devleti radikal biçimde dönüştüreceği adımlar atacağını vaat ediyor ve bu da Demokrat kesimde ABD kurumlarına olan güvenin daha da derin sarsılacağı bir dönemin kapısını aralayabilir. En önemli benzerlik ise şu sanırım: İki ülkede de evrensel değerleri yeniden sentezleyen, güçlü bir dünya ve ülke vizyonu olan bir demokrat, hatta sol demokrat bir siyasi akıma ihtiyaç var. ABD'de Demokrat Parti böyle bir ajanda kurabilmiş değil; onların önceliği Trump kabusunu engellemek. Türkiye'de ise eğer ciddi bir yenilenme ve cesur bir dünya ve Türkiye vizyonu kurulabilirse, CHP'nin önü çok açık olabilir. Ancak henüz bu noktada değiller.
-Sizce kim kazanacak
Umarım kadınlar kazanacak.
Prof. Evren Balta Harvard Üniversitesi Weatherhead Uluslararası İlişkiler Merkezi Kıdemli Araştırmacı
Harris ile Türkiye'yi 'idare edici' yaklaşım sürer- Diyelim Trump seçildi. Erdoğan ile o yakın ilişkiyi yeniden kurar mı
Trump ve Erdoğan arasındaki ilişkinin, yakın olmaktan ziyade, oldukça çalkantılı ve öngörülemez olduğunu düşünüyorum. Eğer Trump ve Erdoğan'ın birlikte lider oldukları 2016-2020 dönemine bakacak olursak Trump'ın belirsiz, çoğunlukla öngörülemez dış politika tarzı iki ülke arasındaki ilişkileri sık sık sarsmıştı. Örneğin 2018 yılında ABD'li rahip Andrew Brunson'un Türkiye'de tutuklanması ve Trump'ın, Brunson'ın serbest bırakılmasını sağlamak için Türkiye'ye ekonomik yaptırımlar uygulama kararı, kısa vadede finansal piyasalarda dalgalanmalara neden olmuştu. Bu dönemin bir diğer önemli özelliği kurumlar arası ilişkilerden çok, liderler arasındaki birebir ilişkilerin önemli hale gelmesiydi. Bu iki lider arasında doğrudan bir ilişki kurulmasına vesile olmuştu. Eğer Trump seçilirse bu yeni dönemde de bu kişisel ilişki önemli bir dinamik olacak. Trump'ın dış politika konusunda genel olarak daha pragmatik bir tavrı var. Bu yaklaşım, ABD'nin Türkiye ile işbirliğini çıkarların örtüştüğü alanlarda kendiliğinden gelişmesine, ancak farklılaştığı noktalarda diğer bölgesel aktörlerle Türkiye'ye karşı bir dengeleme politikası izlenmesine neden olabilir. Bu da Türkiye ile ABD arasında zaman zaman iyi seyreden, zaman zaman gerilen çalkantılı ilişkilere yol açabilir. Son olarak Trump yönetimi altında Amerikan bürokrasisinin Erdoğan'a yönelik eleştirilerinin ve demokrasi ile insan hakları konularındaki zaten azalan hassasiyetlerin daha da azalması beklenebilir.
- Trump seçilirse Türkiye'nin F35 programına dönmesi konusunda adım atılır mı
Türkiye'nin F-35 programından çıkarılması, 2019 yılında Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi satın alması nedeniyle gerçekleşti. Bu durum, ABD'nin Türkiye'yi F-35 programından çıkarmasına ve bazı yaptırımlar uygulamasına yol açtı. Son dönemde, Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğine onay vermesi karşılığında ABD, Türkiye'nin yeni F-16 uçakları ve modernizasyon kitleri satın almasına onay verdi. Türkiye ve ABD arasında 23 milyar dolarlık F-16 uçağı alımı süreci zikzaklarla da olsa ilerliyor. ABD tarafından Türkiye'nin F-35 programına geri dönmesi ise S-400 konusundaki tutumuna ve bu sistemi devre dışı bırakma konusunda resmi bir adım atıp atmayacağına bağlı olarak tartışıldı. Her ne kadar bu konunun çözümüne dair görüşmeler olduğu iddia edilse de bugüne kadar sorunun çözümü konusunda somut bir adım atılmadı. Burada bir de iki ayrı mesele var. Türkiye'nin F35 üretim zincirine dönmesi artık zor, çünkü orada Türkiye'nin yerini başkaları aldı. F35 satın alınması ise Kongre onayına bağlı. Yani sadece Trump'ın seçilmesi değil, hem Trump'ın kendisinin ikna olması hem de Kongreyi ikna etmesi gerekiyor. Türkiye'nin ABD ile ilişkileri ise 2024'ün sonlarına doğru Gazze üzerinden yeniden gerilmiş durumda ve Trump'ın da özel olarak Türkiye'yi ve Erdoğan hükümetini koşulsuz memnun edecek adımlar atmasını beklemek çok doğru değil. Kısacası Türkiye'nin F-35 programına geri dönme olasılığı zor, F35 satın alabilmesi ise çok kısa dönemde mümkün görünmüyor. Zaten tam da bu nedenle Ankara savunma ortaklıklarını çeşitlendirme stratejisi güdüyor. Örneğin bu stratejinin bir parçası olarak Almanya, Birleşik Krallık, İtalya ve İspanya'nın ortak geliştirdiği Eurofighter Typhoon uçaklarını satın almak için de aktif olarak girişimlerde bulunuldu.
- Harris seçilirse Türkiye-ABD arasındaki ikili ilişkilerde bir uyum yakalanır mı
Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in başkan seçilmesi durumunda, mevcut ABD politikalarının devam etmesi muhtemel. Nedir mevcut politika Washington'un Türkiye'yi stratejik bir müttefik olarak önemseyip tamamen kaybetmek istemediği, ancak tam anlamıyla bir müttefiklik ilişkisi de kurmadığı "idare edici" bir yaklaşım. Bu yaklaşım, Türkiye'nin işlevsel fakat sınırlı bir müttefik olarak kabul edilmesi ve gerektiğinde yerine başka aktörlerin devreye girmesi anlamına geliyor. Çıkarların örtüştüğü noktalarda işbirliği doğal olarak gelişirken, ayrıştığı noktalarda ise Türkiye'ye karşı mesafeli bir duruş sergileniyor. Harris seçilirse bu karşılıklı çıkar alışverişi iki ülke arasındaki ilişkilerde belirleyici olmaya devam edecek. Ayrıca, Harris ve Erdoğan kişisel olarak uyumlu bir ilişki kurmaya yatkın iki lider değil. Harris'in görevi devralması durumunda, iki lider arasındaki kişisel ilişkiden ziyade diplomatik ve çıkar odaklı bir işbirliğinin ön planda olması daha olası.
- Trump'ın NATO'ya olumsuz bakışını biliyoruz. Türkiye'nin bir NATO üyesi olduğu düşünüldüğünde, Trump'ın NATO ile ilgili alacağı olası bir tavırdan TR nasıl etkilenir
Trump'ın dış politikası genel olarak "yarı-izolasyonist" bir çizgide tanımlanabilir. Bu yaklaşım, ABD'nin ulusal çıkarlarına odaklanarak maliyetli küresel anganjmanlardan uzak durmasını ve sadece stratejik açıdan doğrudan öneme sahip meselelere yoğunlaşmasını ifade ediyor. Bu bağlamda Trump, NATO'nun işlevini sorguluyor; ABD'nin NATO'ya yaptığı katkıyı eleştirerek Avrupalı ülkelerin güvenlik sorunlarını kendilerinin çözmesi gerektiği fikrini savunuyor. Örneğin, Ukrayna savaşında ABD'nin savunma desteğinin azalması ve bu açığın Avrupa'nın liderliğinde doldurulması gerektiği görüşünde. Dolayısıyla, Trump'ın seçilirse bu yaklaşımı devam ettirmesinin NATO'nun güvenilirliğini ve caydırıcılık kapasitesini zayıflatacağını söyleyebiliriz. Bunun Türkiye'ye etkisi ne olur NATO, şu an Türkiye'nin Batı'daki ana diplomatik ve askeri bağlantısı olarak kritik bir rol oynuyor. İttifakın zayıflaması, Türkiye'nin özellikle Karadeniz'deki Rus varlığını dengeleme çabalarına zarar verebilir. Daha geniş bir perspektifte, NATO, Türkiye'nin Batı ittifakıyla özellikle AB ile tıkanmış üyelik süreci göz önünde bulundurulduğunda en önemli kurumsal bağını temsil ediyor. Bizzat ABD tarafından zayıflatılan bir NATO, Türkiye'nin Batı ile kurduğu kurumsal bağlantılarda kırılmalara neden olabilir ve iç politikada Batı ittifakından uzaklaşma söylemlerine güç kazandırır.