Babası Bilecikli, annesi Diyarbakırlı köklü bir ailenin kızıydı. Rahmetli anneannesi doğru dürüst Türkçe bilmezdi. Annesi hem Kürtçeyi hem Türkçeyi çok iyi konuşurdu. Kürtçe konuşan anneannesinin ne dediğini anlamadığında "Seni eşek seni, niye dediğimi yapmıyorsun" diyerek pataklandığı olurdu.
İlk Diyarbakır'a gittiğinde bölgenin kültürünü, insanların neler yiyip içtiklerini, koyun ve keçilerin nasıl sağıldığını, tuvaletsiz köyleri, yayla hayatını, devlet vatandaş ilişkilerini ve o ilişkilere damgasını vuran keyfiliği öğrendi. Hemşerilik bağıyla her gün yanlarına uğrayıp ahbaplık kurduğu karakoldaki iki askerin Kürtçe kaset dinledikleri için bir baba ile oğluna nasıl hakaret ettiklerine, babanın çaresizliğine tanık oldu.
Yıllar geçti. Sosyoloji öğrencisiydi ama bir gün gazetelerin birinde TSK nam ve hesabına okutulmak üzere üniversitelerden öğrenci alınacağını okudu. Mezun olduğunda ilk görev yeri Bursa'daki Işıklar Askeri Lisesi oldu. Güneydoğu'ya ikinci gidişinde, yani 16 yıl sonra her şey değişmişti. Batıdaki babasının köyünde ne varsa aynısı annesinin köyünde de vardı.
Bir şey daha vardı artık oralarda: PKK ve yarattığı terör.
Özel Kuvvetlerden Genelkurmay Harekât Başkanlığı, Psikolojik Harekat Daire Başkanlığına kadar birçok yerde görev yaptı.
2011'de "Doğu ve Güneydoğu'da Faili Meçhul Cinayetler ve Gerçekler" kitabını yazdı. Beş ay sonra kapısı çaldı, 28 Şubat soruşturması kapsamında gözaltına alındı. 14 ay boyunca Sincan F Tipi Cezaevi'nde kaldı, 8 yıl sonra beraat etti.
Alican Türk, şimdi tam da çözüm süreci tartışılırken bu kitabı güncelleştirip "Güneydoğu'da PKK Entrikaları ve Faili Meçhuller" adıyla yeniden yazdı.
O kitaptan çok dikkat çekici bir bölümü sunacağım, belki bugünkü tartışmalara bir ışık olur.
Alican Türk, ölümün Öcalan'ın en temel beslenme yolu olduğunu söylüyor. Bunu da yine örgüt içindeki eski militanlardan Şemdin Sakık'ın Öcalan'ı anlattığı 'APO' adlı kitabından