Sessiz ol hayatta kal
Yaşadığımız şehrin ne kadar gürültülü olduğunun farkında mısınız Büyükşehirlerde yaşayanlar ne yazık ki, büyük gürültü kirliliğine maruz kalıyor. Örneğin İstanbul desibeli en yüksek dünya şehirleri arasında ilk 10'da yer alıyor ne yazık ki... Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma, işyerleri ve sanayinin yoğun olduğu ilçeler Gaziosmanpaşa, Sultangazi, Küçükçekmece ve Ümraniye'nin, eğlencenin yoğun olduğu Beşiktaş, Kadıköy, Beylikdüzü, Eyüpsultan ve Avcılar'ın en yüksek gürültü kirliliği yaşanan ilçeler olduğunu gözler önüne sermişti. Bunu rakamlarla izah edecek olursak, AB standartı 65 desibiel olan gürültü kirliliği oranı İstanbul'da 90'ı buluyor. Bunun sağlığımız üzerindeki olumsuz etkilerini düşünebiliyor musunuz Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) göre günde 8 saatten fazla 85 desibel (dB) üzerinde sese maruz kalmak, işitme kaybına yol açıyor. Ne kadar vahim halde yaşıyoruz bir düşünün. O yüzden şehir gürültüsünün, trafiğin az olduğu, sakin sessiz yerlerde yaşamak istiyorz ve bu sebepten oralarda yaşayanlar diğerlerine göre daha uzun ve sağlıklı yaşlanıyorlar. Neyse, durum ciddi ancak benim yazımın konusu başka...
SESSİZLİK SİNİR BOZUYOR
Tüm bunları düşünmeme sebep olan bir film girdi vizyona: Sessiz Bir Yer: Birinci Gün. Michael Sarnoski'nin yönettiği film, tepeden çekilmiş New York görüntüsüyle başlıyor ve şu notu hatırlatıyor: New York'un gürültü sesi 90 desibeldir. Bu da sürekli duyulan çığlığa eşdeğerdir. Bu bilgiden sonra adının Samira (Lupita Nyongo) olduğunu sonradan öğrendiğimiz kadının rehabilitasyon merkezindeki terapi sürecini izliyoruz. Birazdan olacaklara hazırlaması açısından şehrin ne kadar gürültülü olduğu korna, trafik ve siren sesleriyle izleyiciye iyice hissettiriliyor. Terapidekiler daha sonra kukla gösterisi için tiyatro salonuna gidiyorlar. Ancak çıkışta büyük bir patlamayla karşılaşıyorlar. Gökten şehre doğru yağan cisimler yüzünden ortalığı toz duman kaplıyor, göz gözü görmüyor. Önce çığlık atan kadın, sonra 'Korkma yanındayım' diyen bir adam ve ardından 'Güvenli bir yere geçin' diyen polis memuru ortadan kaldırılıyor. Geri kalanlar, az önce gösteri izledikleri tiyatro salonuna sığınıyorlar. 'İstilacılar ölümcül, sessiz kalın ve talimat bekleyin' anonsu yapan helikopter de düşürülünce işin ciddiyetini kavrıyorlar. Film 20 dakikalık bu giriş bölümünden sonuna kadar neredeyse sessiz, yani az diyalogla ilerliyor. Başta Samira olmak üzere kahramanlarımız fısıltıyla konuşuyorlar. Çünkü sığındıkları yerde konuşanın ağzını kapatıyorlar, bağıranı öldürüyorlar. Yaşamak için sessiz kalmak zorundalar. Bu noktada Nyongo'nun hakkını vermeliyim. İri gözleriyle korkuyu yaşayan ve yaşatan, karakterin cesaretini de kırılganlığını da gösteren başarılı bir performans sergilemiş oyuncu. Gözbebekleriyle çığlık atıyor adeta. Kenyalı oyuncu hatırlanacağı üzere, 2013 yılında Steve McQueen imzalı 12 Yıllık Esaret adlı ilk filmindeki performansıyla 'En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu' ödülünü kazanmıştı.
Filmin ikinci yarısında dahil olan Eric (Joseph Quinn) ve kedisi Frodo'yla beraber hayatta kalma mücadelesi veriyor Samira. Yüzme bilmeyen yaratıklardan kurtulmanın tek yolu, şehri limandan kalkan gemilerle terk etmek. Ancak Samira, bunu yapmak yerine anılarının olduğu yerleri, babasıyla vakit geçirdikleri yerleri son bir defa daha deneyimlemek istiyor. Eric de ona bu isteğinde yardım ediyor. Hikayeye Eric'in dahil olmasıyla Samira'nın şair olduğunu, babasının caz piyanisti olduğunu ve sahne aldıktan sonra birlikte pizza yediklerini öğreniyoruz. Fakat Samira'nın babasına ve geçmişine duyduğu özlem dışında, hikâye pek açılmıyor. Yaratıklardan kaçarak hayatta kalma çabasının etrafında dönüp dolaşan film, senaryo anlamında zaafları olsa da seyirciyi nefes nefese bırakmayı başarıyor. Koca sinema salonunda nefesini tutarak sessiz kalmaya çalışmak, insanın psikolojisini bozuyor olsa da filmin bu anlamda amacına ulaştığını söyleyebilirim. Sonuçta kaç tane popüler film seyircisinden oturup sessizliğe şahitlik etmesini ister