New York seçimlerinde küresel Siyonizm ve AIPAC yara aldı

İsrail ile Hamas arasında ateşkes olduğunda kısa bir değerlendirme yapmıştım. Bu değerlendirmede, bir Müslüman olarak ilahi adaletin varlığına inanan insanlar olarak, bu kadar şehidin, bu kadar kaybın durumunu sorguladığımızda, dünyada bir yönüyle ilahi bir tecellinin vuku bulduğuna inanmak zorunda olduğumuzu fark ettim.

7 Ekim saldırısından sonra İsrail büyük bir katliam ve soykırıma imza attı. Bugüne kadar dünyadaki yönetim gücüyle, finans tekeliyle, medya tekelinin yardımıyla 75 yıllık çürümelerini gizleyen İsrail, sosyal medya çağında yaptığı katliam ve soykırımı gizleyemedi. Adeta bir mafya devleti olarak Hitler'in pozisyonuna düştü.

Birleşmiş Milletler toplantısında dün, dünya devletlerinin ve sokaktaki insanların hem İsrail'e, hem Siyonizm'e hem de onların destekçilerine nasıl öfkeli olduklarını gördük. İsrail'in yalnızlığı BM binasında fotoğraflara yansıdı ve İsrail, kurulduğu günden beri bu kadar perişan bir duruma hiç düşmemişti.

Bir yönüyle, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki üniversitelerde, Londra'da, Paris'te, İskandinav ülkelerinde, İslam ülkelerinin başkentlerinde ve dünyanın dört bir yanında -özellikle İrlanda ve İspanya'da- İsrail protesto edildi. Bu protestolar dinmeyen bir sağanak gibi sürekli devam etti.

İsrail, BM'de düştüğü durumdan ateşkes anlaşmasıyla kurtulmaya çalışırken, "Sumut Filosu"na yaptığı haksız tutuklamalar ve el koymalarla tekrar BM'de düştüğü pozisyona geri geldi.

1948'de, Yahudiler 500 yıllık Hristiyan zulmü ve Hitler katliamında düştükleri duruma bir daha düşmemek için o kadar büyük bir kuşatma yaptılar ki; Amerika Birleşik Devletleri'ni, Fransa'yı, İngiltere'yi ve özellikle Almanya'yı adeta köle devlet pozisyonuna düşürdüler. Mevzuyu o kadar sıkı tuttular ki, dünyada bir Yahudi'nin bir daha burnu kanamasın istediler.

Devletler düzeyinde bu korumayı başardılar. Fakat sokaktaki insanlar artık dünyanın hiçbir ülkesinde, sokakta azgın bir Siyonist, bir soykırımcı ya da kendini Tanrı yerine koymuş bir Yahudi görmek istemiyor.

Dünya devletlerindeki yansımaları bir kenara bırakarak, Amerika Birleşik Devletleri'nde oluşan dip dalgayı mukayese edebiliriz.

Bilindiği gibi Trump, Amerika Birleşik Devletleri'nde radikal Hristiyan kitlelere yaslanarak bir seçim kazandı ve burada da MAGA akımları ön plana çıktı. Gerek medya etkinliklerinde gerek organizasyonlarda "Amerika'yı önceleyen" MAGA hareketi, Trump'ın en önemli destekçilerindendi.

Amerika Birleşik Devletleri'nde üniversitelerde İsrail karşıtı protestolar yapıldı, sokaklarda gösteriler oldu. Ortodoks Yahudiler zaman zaman postaneyi, zaman zaman tren garını işgal ederek protestolarını sürdürdüler. Buna karşılık Amerikan müesses nizamı, 15-20 yıl sonra Amerika'yı yönetecek Harvard gibi, MIT gibi, New York Üniversitesi gibi üniversitelere olağanüstü ölçüde baskı uyguladı; öğrencileri tehdit etti ve tutukladı.

Amerika Birleşik Devletleri'nde sosyal medya üzerinden gündemi oluşturan insanlar şu soruyu sormaya başladılar:

"Dokuz milyonluk bir ülke mi Amerika'yı yönetecek, yoksa Amerika mı İsrail'i yönetecek"

Ve bu soru, çok rahatsız edici bir soruydu.

Özellikle Marjorie Taylor Greene gibi kongre üyeleri şunu sormaya başladılar:

"Biz sağlık ve eğitim alanında sorunlar yaşayan bir ülkeyiz. 100 milyar dolarımız neden İsrail'e gidiyor Onlarda eğitim ve sağlık bedava, ayrıca nükleer kapasiteleri var; kendilerini koruyabilirler."

ABD siyasetinde bir AIPAC gerçeği var. ABD'de siyaset yapan insanların neredeyse %80'i AIPAC kölesi durumunda ve onların isteğinin dışına çıkamıyorlar.

Demokrat Parti'nin New York'taki ön seçimlerinde sahnede beş aday vardı. Moderatör bu beş kişiye soruyor:

"Demokrat Parti'den seçildiğiniz gün nereye gideceksiniz"

Tabii ki bütün adaylar "Kutsal topraklara, İsrail'e, Tel Aviv'e" cevabını veriyor. Ancak içlerinden bir genç şöyle diyor:

"Ben New York'un belediye başkanı adayıyım. Seçildiğimde New York sokaklarına döneceğim ve halkımla ilgileneceğim."