Filistin'in tamamında iki yıldır kesintisiz bir şekilde devam eden soykırım karşısında insanlığın verdiği sınav, bütün milletler için bir ayna vazifesi gördü. Kassam direnişçileri dünyayı değiştirdi ve kâinatta var olan bütün sahte insan hakları, adalet ve koruma mekanizmalarının; BM gibi kurumların ve Avrupa değerlerinin aslında olmadığını açığa çıkardı.
Gazze soykırımının ortaya çıkardığı bir diğer mesele de Batılı bütün devletlerin Siyonizm kuşatması altında olduğudur. Birinci Dünya Savaşı'nın üç büyük devleti olan Almanya, Fransa ve İngiltere doğrudan Siyonistler tarafından işgal edilmiş; sahte siyasetçilerin devlet idaresinde ve iradesinde hiçbir etkisi kalmamıştır.
ABD'ye gelince; AIPAC denen bir lobi şirketi, kongre üyelerinin ve senatonun büyük bölümünü satın almış, her bir kongre üyesi zorunlu olarak İsrail politikalarının kölesi hâline gelmiştir. Bugün ABD'de en çok tartışılan konu şudur: "İsrail mi bizi yönetiyor, yoksa biz mi dünya devletiyiz" Tucker Carlson ise en acımasız soruyu sordu: "9 milyon nüfuslu bir devlet, 350 milyon nüfuslu bir devleti nasıl yönetir"
Biz, Siyonizmin finans, medya ve yönetim tekeline sahip olduğunu biliyorduk; fakat bu tekelin ülkeler üzerine kurduğu tahakkümü dünyaya Gazze'deki mazlumlar öğretti. Ayçin Kantoğlu'nun,"Meğer dünyada özgür olan tek kara parçası Gazze imiş"sözü bugün daha büyük bir anlam kazandı.
Her günü bir yıl, hatta bin yıl gibi geçen soykırım günlerinde Filistinliler için zaman ağır aksa da insanlık adına küçük de olsa bir umut belirdi.
Sumud Filosu'na, 46 ülkeden adalet isteyen, mazlumdan yana duran ve zalimin karşısında yer alan 497 vicdanlı insan katıldı.
Üniversitelere ve sokaklara bakıldığında, yaratılmışların her renginden vicdanlı insanların duyarsızlardan ayrıldığı görülüyor. Latin Amerika, İskandinav ülkeleri, İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye, Malezya, Pakistan, Bangladeş ve daha birçok ülkede dikkat çeken nokta; dünyada solcuların ve İslamcıların duyarlılığının diğer topluluklara göre çok daha güçlü bir şekilde öne çıkmasıdır. Bu bağlamda, insanlığın geleceği içinhem solun hem de İslamcılığın yaşaması ve varlığını sürdürmesihayati önem taşımaktadır.
Gazze'de yaşanan soykırım karşısında Erdoğan ve Enver İbrahim gibi Müslüman liderler ile Pedro Sanchez ve diğer bazı sol liderlerin daha yüksek sesle tepki göstermesi, ideolojik arka planlarıyla ilgilidir.İslamcılık, ümmet bilincinden beslenerek mazlum Müslümanların savunulmasını bir dini-siyasi sorumluluk görür; bu nedenle Filistin meselesi İslamcı siyaset için hem inanç hem de kimlik boyutuyla vazgeçilmezdir.
İttihâd-ı İslâm, 19. yüzyılda özellikle Osmanlı aydınları ve uleması arasında şekillenen, bütün Müslümanların siyasi, kültürel ve dini birlik içinde hareket etmesini hedefleyen bir fikirdir; sömürgecilik ve emperyalizme karşı İslam dünyasının dayanışmasını savunur.İslamcılıkise daha çok 20. yüzyıldan itibaren gelişen, İslam'ın yalnızca bir inanç sistemi değil aynı zamanda toplumsal, siyasal ve hukuki düzenin temeli olması gerektiğini ileri süren, modern ideolojiler arasında yer alan bir düşünce akımıdır.
Sol düşünce ve sosyalizm, toplumda adaletin ve eşitliğin sağlanması için ekonomik ve siyasal düzenin kolektif bir anlayışla kurulmasını savunur; bu yaklaşımda bireylerin temel hakları sadece hukuki metinlerde değil, aynı zamanda toplumsal vicdanın da denetiminde anlam kazanır. Hukuk, yazılı normlar aracılığıyla düzeni tesis ederken; vicdan, bu kurallara insani bir boyut katar ve adaletin yalnızca kâğıt üzerinde değil, gerçek hayatta da yaşamasını sağlar. Böylece sol ve sosyalist düşünceler, hukuku katı bir kurallar bütünü değil, eşitlik, özgürlük ve insan onurunu gözeten bir vicdani sorumlulukla bütünleşmiş bir araç olarak görür.