İmamoğlu'nun kurduğu 'haz imparatorluğu' çöküyor

Siyasi parti faaliyetleri, siyasal fikirler üzerine inşa edilir ve memleket öncelikli bir organizasyon olarak şekillenir. Türkiye'deki tüm partiler, kuruluş aşamasında memlekete hizmet iddiasını taşır; fikirleri, ideolojileri ve topluma sundukları vizyon doğrultusunda vatandaş nezdinde bir karşılık bulurlar.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 1950'den bu yana Türkiye siyasetinde sürekli gündemde olan ve tartışmaların odağında kalan bir partidir. Kurucu parti olması, ülkenin ekonomik gücünü elinde tutan kesimlerin desteğine sahip olması ve uzun yıllar boyunca bürokratik elitler üzerinde etkili olması, CHP'nin Türkiye'nin siyasal gündemini sürekli meşgul etmesinin başlıca nedenlerindendir.

Ancak bu kadar köklü ve geniş bir toplumsal tabana sahip bir partinin, Türkiye'nin temel sorunlarını çözme noktasında vizyon ortaya koyamaması, CHP'nin iktidara yürüyememesine neden olmaktadır. Seçmen, her seçim döneminde bu partiyi bir iktidar alternatifi olarak görmemektedir.

Çok partili hayata geçildikten sonra çevreden gelen partiler Türkiye'de iktidara yürüdü. Ancak CHP, sistemin dışında gördüğü bu partileri ve temsil ettikleri halk kesimlerini dışladı, hatta zaman zaman düşmanlaştırdı. Bu yaklaşım, partinin sürekli muhalefette kalmasına yol açtı.

İktidar olamama sendromu, CHP içinde hizipleri güçlendirirken, dış rakiplere karşı verilen mücadelede de zafiyetlere neden oldu. CHP'nin geleneksel orta sınıf tabanı -emekliler, memurlar, sanayiciler, iş insanları ve aydınlar- giderek partiden uzaklaştı. Parti içindeki "siyaset esnafı" olarak nitelendirilebilecek kadrolar ise bu tabanla bağlarını büyük ölçüde kaybetti.

Son dönemde CHP'ye yönelik daha farklı bir tehdit ortaya çıktı. Parti, klasik CHP'lilerin alışık olmadığı bir anlayışla; paranın, müteahhitlik ilişkilerinin ve rantın belirleyici olduğu bir çizgiye savruldu. Bu çizginin merkezinde ise Ekrem İmamoğlu ve onun etrafında şekillenen ekip yer aldı.

İmamoğlu, makul bir belediye başkanı olarak görevini sürdürebilir, zamanla partinin liderliğine ve belki de Cumhurbaşkanlığı adaylığına meşru bir yolla ulaşabilirdi. Ancak o, bu süreci sabırla yürütmek yerine, parti içi kongre süreçlerinde para, makam ve istihdam gibi araçlarla delegelerin iradesine müdahale ettiği iddialarıyla gündeme geldi.

İstanbul il kongresinden başlayarak, büyük kurultaya uzanan süreçte satın alma, rüşvet ve kadrolaşma iddiaları ayyuka çıktı. İlginç olan, bu tartışmaların tümü parti içinde başladı ve kamuoyuna da bu şekliyle yansıdı. Kurultaydan bir yıl sonra bile CHP yöneticileri bu sürecin şaibeli olduğuna dair davalar açtı.

Kemal Kılıçdaroğlu, bu süreci "arkadan hançerlenmek" olarak tanımlarken, aynı zamanda İstanbul'da yürütülen yolsuzluk soruşturmalarına da atıfta bulundu. "Benim boğazımdan haram lokma geçmedi" ifadesiyle İmamoğlu ve ekibine net bir gönderme yaptı.

İmamoğlu'nun çevresinde yer alan kadronun önemli bir kısmı tutuklu olarak yargılanıyor. Bu yapının içinde herhangi bir siyasal ideal, memleket kaygısı ya da ideolojik bir duruş bulunmadığı açıkça görülüyor. Çünkü bu kadro, sadece güç, para ve menfaat üzerine kurulu bir yapı oluşturdu.