CIA destekli FETÖ tekrar geri dönebilir mi
Fetullahçı Terör Örgütü tasfiye edildikten sonra, her bir seçim geldiğinde bu seçimde geri döneceklerini, Recep Tayyip Erdoğan'ın seçimi kaybedeceğini ve tekrar bu ülkenin bütün kurumlarına yerleşeceklerini düşündüler. Kanını emdikleri, bütün maddi ve idari tasarrufları ellerinde bulundurdukları günlere dönmeyi her zaman hayal etmişlerdir.
2014 yerel seçimlerinden başlamak kaydıyla, her seçim bittiğinde terör örgütü kendini revize etmiş ve hayallerini bir sonraki seçime ertelemeye devam etmiştir.
Mehdiyet hareketlerinde, genellikle Mehdi hayatını kaybettikten sonra -ki bu cümle başlı başına absürttür, çünkü mehdiyet veya mesihlik iddiasında bulunan birinin normal şartlarda ölmemesi beklenir- hareketin akıbeti meçhul bir hâl alır. Ancak bu mehdiyet ve mesihlik; mazlum, Müslüman milletleri ve FETÖ bağımlılarını manipüle etmek için kullanılan bir argümandır ve bunu dost-düşman herkes bilmektedir. Dolayısıyla mehdiyet hareketlerinde Mehdi öldükten sonra hareket zayıflar; fakat burada, hareketi kuran ve yöneten kişi sözde "kardinal" değil, yabancı istihbarat servisleridir. Bu nedenle, bu hareketi kuran yapılar Türkiye ve diğer İslâm ülkeleri aleyhine kullanmaya devam edeceklerdir.
CIA'nın dünya genelinde elbette başarılı ve başarısız operasyonları olmuştur. Ancak biliyoruz ki, Amerika Birleşik Devletleri'nin bu kurumunun efsaneleştirilen başarılarının dışında, çuvalladığı onlarca konu da vardır. Fakat bir istihbarat kuruluşunun başarısı açısından baktığımızda, dünyadaki bütün operasyonlar içinde belki de en başarılısı, bir terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti'nin damarlarına sızdırılıp devleti ele geçirme operasyonudur.
Bir terör örgütünün bir ülkeyi baştan sona nasıl kuşattığı meselesini ele alırken, Türkiye'de din ve Diyanet'e devletin bakışını da sorgulamadan geçemeyiz. Tek parti rejimi, özellikle İnönü döneminde, dindarları ötekileştiren uygulamalarla dikkat çeker. Bu durum, FETÖ'cülerin "iman kurtarmak" adına yürüttükleri faaliyetlerin meşru görülmesine neden oldu. Sözde tek parti rejimine karşıymış gibi görünen FETÖ hareketi, sureti haktan görünerek Müslümanların maslahatını değil, doğrudan İsrail'in ve ABD'nin çıkarlarını gözeten bir örgütlenme kurmuştur.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra, terör örgütü etkisiz hale getirildi ve devlet, iradesini açıkça ortaya koydu. Türk halkı, o gün sokaklara dökülerek, bir işgal endişesiyle Diyarbakır'dan Edirne'ye kadar topyekûn bir seferberlikle FETÖ'cüleri geldikleri yere geri püskürttü. Bu, dünya tarihinde eşine az rastlanır bir darbe karşıtı duruştur ve Türk milletinin bu efsanevi tavrı kıyamete kadar anılacaktır.
Eğer Fetullahçı Terör Örgütü yalnızca bir kardinalin ve onun yoldan çıkardığı yüz binlerce hainin meselesi olsaydı, kardinal öldükten sonra bu mesele biterdi. Fakat bu yapının kurucusu ve yönlendiricisi yabancı istihbarat örgütleri olduğu için, irade onların elindedir. Dikkat ederseniz, kardinalin cenazesi Amerika Birleşik Devletleri'nde, kalın gözlüklerin arkasına saklanmış bir taife tarafından kılındı ve neredeyse bir İtalyan mafya ailesinin cenazesini andırıyordu.
Bugün kendimize şu soruyu sormalıyız: Bu terör örgütü Türkiye üzerindeki hayallerinden vazgeçti mi Geri dönmesi mümkün mü
Terör örgütünün en güçlü olduğu dönemlerde, muhalefet partileri tarafından AK Parti'ye karşı kurulmuş söylemler satın alındı. Bir yönüyle, FETÖ'nün Erdoğan'a karşı geliştirdiği ötekileştirme ve itibarsızlaştırma dili, muhalefet partilerince de benimsendi. Hiçbir farklılık ortaya koymaksızın, Erdoğan'a karşı doğrudan terör örgütünün kullandığı dili kullandılar.
FETÖ mensuplarının hevesi ve programı da Cumhuriyet Halk Partisi'nin olası bir iktidarıyla geri dönmekti. Fakat Türkiye'de şartlar değişti, muhalefet darmadağın oldu ve terör örgütünün siyaset ya da devlet üzerinden geri dönme hayalleri zaafa uğradı.
Peki bugün ne gibi bir riskle karşı karşıyayız Türkiye'de bürokrasi, AK Parti teşkilatları, yerel yönetimler ve birçok alanda Recep Tayyip Erdoğan'ın yönetiminin etkinliği var. Ancak FETÖ konusunda, Erdoğan'ın devleti, milleti, dini, imanı ve ahlakı koruma çabası birebir bürokrasiye ve alt kademelere yansımıyor.
Demokratik bir devlette olması gerektiği gibi süreç Adalet Bakanlığı eliyle yürütülüyor. Emniyet ve istihbarat teşkilatları da bu süreci takip ediyor. Ancak Türkiye'de süreçler sadece bu kurumlardan ibaret değil.
FETÖ'nün kullandığı binlerce taktik ve kumpas yöntemiyle, bazı unsurlar hâlâ kamu kurumlarında, siyaset ve ticaret çevrelerinde varlık göstermeye devam ediyor. Kendi karakterlerini bukalemun ya da "sızıntı" olarak belirledikleri için, örneğin bir üniversitede vatansever bir rektör göreve geldiğinde bu kişileri tanıyıp sınırlayabiliyor. Fakat menfaatçi bir rektör göreve geldiğinde bu kadroları tekrar işe alıyor, başka kurumlara devrederek izlerini kaybettiriyor. Gözlemlendiğinde, bu kişiler kendilerine referans olarak memleketin en nüfuzlu siyasetçilerini göstererek bu makamlara geliyorlar. FETÖ'nün bugün barındığı yerlerin önemli bir kısmı hâlâ devletin büyük kurumlarıdır ve ne yazık ki Erdoğan hassasiyetini bu kurumlarda birebir göremiyoruz.